Ana Sayfaya Dönüş

SSK REFORMU

buay1.gif (4855 bytes)

 

Cumhuriyet Gazetesi, 30.06.1999

 

KONUK YAZAR Prof. Dr. ALİ GÜZEL Marmara Üniv. İİBF İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Öğretim Üyesi

Sosyal Güvenlik Reformu ve IMF

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar Okuyan' ın, IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cotarelli ile görüşmesinden sonra verdiği demeçte yer alan ''IMF heyeti beni fazla enterese etmiyor. Benim hazırlattığım sosyal güvenlik reformu, Türk milletinin ve çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren bir reformdur'' biçimindeki ifadeleri (Cumhuriyet, 25.6. 1999) bir yönüyle tarihi bir gerçeği de yansıtıyor. Çünkü, Dünya Bankası ve IMF tarafından yayımlanan çeşitli raporlarda kamu hizmeti ve devlet görevi niteliğindeki sosyal güvenlik sistemlerinin tümüyle tasfiye edilerek özelleştirilmesi istenmektedir. Oysa sosyal güvenlik, temel bir insan hakkı olarak, bir ülke halkının bugününü ve yarınını güvence altına almayı amaçlar ve bu yönüyle de bir ulusun iç ve dış güvenliği kadar yaşamsal bir değer taşır.

Temel ilke ve işlevler unutulmasın...

Sosyal güvenlik, bireyi yoksulluğun acımasız pençesinden kurtarmak için ona ekonomik bir güvence sağlarken, aynı zamanda onurunu ve özgürlüğünü koruyarak, kişiliğini geliştirme olanaklarını da vermiş olmaktadır. Bununla da özgür insan, özgür yurttaş olabilmenin kapıları açılır. Ulusal gelirin yeniden dağıtım mekanizması olan sosyal güvenlik, sosyal adaleti sağlama işlevini de üstlenir. Sosyal adalet ise toplumsal bütünleşmeyi sağlama ve dengeli bir toplum yaratma, giderek ulusal ve uluslararası barışın gizemli anahtarını sunar. Özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemde, tüm devletlerin ulusal politikalarında sosyal güvenliğe ayrıcalıklı bir yer tanıması, sosyal çöküntülerin toplumların yaşamında, savaşlardan daha derin yaralar açtığı gerçeğini kavramalarına bağlanır. Yeni bir savaşın, bir insanlık dramının yaşanmamasının bir önlemi olarak sosyal devlet kavramını ve bunun somut ifadesi olan sosyal güvenlik sistemlerini ön plana çıkarırlar. Yine tarihi gerçekler, sosyal güvenliğin ekonomik krizlerin yol açtığı derin sosyal yaraların sarılmasının bir aracı olduğunu bize anlatır. Örneğin, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), son Asya krizinin (IMF reçeteleri ile beslenen Asya Kaplanlarını anımsayınız!) yol açtığı sosyal çöküntüye (milyonlarca işsiz!) karşı ivedi olarak kapsamlı bir sosyal güvenlik sisteminin oluşturulmasını önermektedir. G8 ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarının Almanya'da yaptıkları son toplantıda, Küreselleşmeye insani bir boyut (!) kazandırmak için, tüm ülkelerde sosyal koruma mekanizmalarının oluşturulması amacıyla, uluslararası bir finans kurumuna gereksinim olduğunu açıklamışlardır (20 Haziran 1999).

Belirtilen nedenler, IMF reçetelerinin sosyal güvenliğin doğasına aykırı düştüğünü göstermektedir. Ne var ki, kamuoyunun gündeminde yer alan yasa taslağı hazırlanırken yine de Dünya Bankası'nın raporlarından esinlenerek, SSK'de olduğu gibi, memurların emekli aylıkları hesaplanırken son on yılın maaş ortalaması esası öngörülmektedir. (Milliyet, 26.6. 1999.) Böylece zenginlikte değil, yoksullukta eşitlik sağlanmaktadır. Oysa sosyal güvenlik yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedefler...

Erken emeklilik konusunun, sosyal güvenliğin temel ilkelerine aykırı düştüğü ve düzeltilmesi gereken sorunlarından birisi olduğu yönündeki bilimsel gerçek yadsınamaz. Ancak, sistemin içinde bulunduğu ciddi yapısal krizin, sadece erken emeklilikten kaynaklanmadığı, bu konuyla sınırlı bir reformun soruna kısa ve orta vadede bir çözüm getirmeyeceği de artık herkesçe bilinmektedir. Öyleyse, sosyal güvenlik kuruluşlarının üstlendikleri işlevlerin insani boyutu göz ardı edilerek, sadece açık veren ve devlete yük olan bir KİT gözüyle bakılarak, dar kapsamlı yasal düzenlemelere gidilmesi çok fazla bir anlam ifade etmeyecektir.

Krizde devletin payı büyük

Sosyal güvenlik sisteminin bugünkü kriz ortamına sürüklenmesinde devletin de büyük bir sorumluluk payı bulunmaktadır. Sosyal güvenliği sağlama görevi anayasa tarafından devlete verildiği (m. 60) ve tüm kalkınma planlarında öngörüldüğü halde, son yıllardaki bütçe açıklarını kapatma dışında, devletin sosyal güvenliğin finansmanına düzenli hiçbir katkısı söz konusu olmamıştır. Oysa diğer ülkelerde devletin katkısı, GSMH'nin yüzde 20 ila yüzde 35'i arasında değişmekte, Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 27 düzeyinde bulunmaktadır. Fonların verimli işletilmemesi, prim karşılığı olmayan sosyal yardım zammı, borçlanma yasaları, prim affını öngören tüm yasal düzenlemeler, sosyal güvenliğin temel ilkelerine aykırı düşen ve kurumları, siyasi amaçlar uğruna mali darboğaza sürükleyen çarpıcı örneklerdir.

Sosyal güvenlik sisteminin iç dinamiğinden kaynaklanmadığı halde, sistemin üzerinde ağır bir yük oluşturan dış faktörler dikkate alınmadan yapılacak bir reform da sorunları çözmekten uzak kalacaktır. Toplumu olduğu kadar sosyal güvenlik sistemini de ciddi bir krizle karşı karşıya bırakan sorunların başında istihdam yapısındaki çarpıklık gelmektedir .

İktidarlar istihdam yaratıcı politikalar üretemediği için, ekonomik sistem, sayısı 5 milyona ulaşan bir işsizler ve o kadar da (4.5 milyon) kaçak (enformel) istihdam ordusu üretmiştir. Prime dayalı bir sistemde, işsizlik nedeniyle prim ödemeyenlerin sayısı çoğaldıkça kurumların prim kaybı ve giderek finansman sorunu da büyüyecektir. İşsizlik ve kayıt dışı istihdam nedeniyle, Sosyal Güvenlik Kurumları'na prim ödeyenlerin sayısında sürekli düşüş yaşanırken, aylık alanların sayısında ise sürekli artış söz konusudur.

Sistemimizin bir başka çıkmazı, bağımlılık oranının çok yüksek olmasıdır. Örneğin Sosyal Güvenlik Kurumları'na prim ödeyen aktif sigortalı sayısı 10.6 milyon kişidir. Çalışan nüfusun sadece yüzde 47.5'i aktif olarak sisteme katkıda bulunur. Cılızlaşan bu prim gelirleriyle 4.4 milyon emekliye ve toplam 37 milyon bağımlı nüfusa sosyal güvenlik yardımları sunulmaktadır. Böylece emekli başına düşen aktif sigortalı sayısı (aktif/pasif dengesi) 1.9 düzeyinde kalmaktadır.

Daha önceki dönemde emeklilik yaş sınırı benimsenmiş iken, 1969 yılında kabul edilen bir yasa ile bugün tartışılan erken emeklilik, sistemimize dahil edilmiştir. Dahası, 1986 yılında yaş sınırını öngören yasal düzenleme, tamamen siyasi nedenlerle daha uygulanmadan 1992 yılında tekrar yürürlükten kaldırılmıştır.

Koşullara uygun yaş sınırı belirlenmeli

Emeklilikte yaş sınırı, her ülkeye özgü yaşam, çalışma, beslenme, sağlık hizmetlerinden yararlanabilme koşullarına ve ortalama yaşam süresine bağlı olarak belirlenir. DPT istatistikleri (VII. Plan) bu yaşı erkeklerde 65.4, kadınlarda 70.0 olarak vermektedir. Ancak gerçek rakamın bunun çok altında olduğu bilinmektedir. Dünya Bankası'nın önerdiği gibi emeklilik yaşının çok yüksek (65) tutulması halinde, ''mezarda emeklilik!'' feryatlarına da haklılık kazandırılacaktır. Bu nedenle, mali endişelerin baskısından kurtularak, ülke koşullarına uygun bir yaş sınırının belirlenmesi gerekir.

Emeklilik aylığına hak kazanmak için aranan prim ödeme gün sayısı, sigortalının bir işte çalıştığı ve primini ödediği süreyi ifade eder. İşsizliğin geniş boyutlara vardığı, iş güvencesi ve işsizlik sigortasının mevcut olmadığı bir ülkede, prim ödeme gün sayısının çok yüksek tutulması, emekli aylığına hak kazanma şansını da önemli ölçüde ortadan kaldırmak veya geciktirmek anlamına gelecektir.

Sosyal güvenlik konusu, Dünya Bankası ve IMF'nin reçetelerinden çok, ülke gerçekleri ışığında, sosyal tarafların geniş katılımıyla varılacak sosyal uzlaşma sonucunda yasal düzenlemeye kavuşturulduğu takdirde ancak, ''Türk milletinin ve çocuklarımızın geleceğini'' bir ölçüde aydınlatmış olur.


birmet@ibm.net