BİRLEŞİK METAL-İŞ SENDİKASI GAZETESİ      Sayı 122 (Kasım 1998)

75 YILDA TÜRKİYE EKONOMİSİ

Cumhuriyet Öncesi

19. yy'da Osmanlı ekonomisinde tarımda ve ticarette canlanma, dış ticarette de olağanüstü bir büyüme oldu. Ancak dış borçlar Osmanlı Devletini iflas etme durumuna getirdi.

Osmanlı döneminde gerçek anlamda bir sanayi üretiminden söz edilemez. Ancak gıda ve dokuma sektöründe faaliyet gösteren ve atölye niteliğindeki sanayi kuruluşları,19 yy'ın başına kadar ülke gereksinimini karşılıyordu.

Siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar nedeniyle sanayi üretimi de, yüzyılın sonunda etkinliğini tümüyle yitirdi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye (1923-1930)

Milli mücadeleyi yürüten kadro batılı ülkelere yeni ekonomi politikalarını göstererek kendini ispat etmek durumundaydı. Ancak oluşturulan politikalar, 1929 yılına değin Lozan Antlaşmasındaki hükümler gereği uygulanamadı. Bu antlaşmaya göre, Türkiye 1929 yılına değin gümrük oranlarını değiştiremiyordu.

Sanayii koruyabilmek ve geliştirebilmek için çeşitli ayrıcalıklar ve teşvikler verildi, tekeller oluşturuldu. Ancak 1920'li yılların koşullarında gelişmeye en elverişli kesim tarımdı. Tarım kesimi makineleşmenin özendirilmesi ve teşviki ile Aşar vergisinin kaldırılması ile desteklendi.

Türkiye'nin kendi iç koşullarından kaynaklanan sıkıntılarının yanısıra 1929 Dünya Bunalımı ülke ekonomisinin önemli ölçüde gerilemesine neden oldu

1930'lu Yıllar (1930-1940)

Devlet kamulaştırma ve tekeller oluşturma yolu ile 1920'lerin ikinci yarısında ekonomiye müdahale etmeye başlamıştı. 1930'larda ise ekonominin her alanında üretici ve düzenleyici konuma geçmiştir. Çünkü o yıllarda özel kesim tüm teşviklere rağmen sanayide bir hamle yapamamıştı. Sermaye birikimi çok yetersizdi. Bununla birlikte kamunun tüm müdahalelerine rağmen Türkiye ekonomisinin durgunluktan çıkması da mümkün olamıyordu. Çünkü Osmanlı borçları, yeni yatırımlar ve kamulaştırma giderleri iç ve dış finansman kaynakları bulmayı gerektiriyordu.

1935 itibaren ekonomi hızla gelişmeye başladı. 1933-1938 yılları arasında I. Beş Yıllık Sanayi Planı (BYSP) başarı ile uygulandı. 1938'de de II. BYSP'nin uygulamasına geçildiyse de, II. Dünya Savaşı nedeni ile Planlı büyüme ertelendi.

Savaş yılları ve sonrası (1940-1950)

1940'larda savaş ekonomisi uygulaması gereğince, vergiler artırıldı ayrıca tarım ürünlerine % 10 oranında yeni bir vergi konuldu, yatırımlar durduruldu. Erkek nüfusun önemli bir bölümü silah altına alınırken, tarımsal üretim büyük ölçüde azalmıştı. Savaş boyunca ulusal gelir azalmış, gerçek ücretler önemli ölçüde düşmüştü.

Enflasyon ve karaborsa savaş zenginleri yaratmıştı. Bu nedenle hükümet haksız kazançları önleyebilmek için "Varlık Vergisi" adı altında yeni bir vergi koydu.

Savaşın bitmesiyle birlikte yeni bir politika belirlendi. 1945'e kadar Avrupa ile yakın olan ekonomik ve politik ilişkiler yerine ABD'ye yakınlaşma süreci başladı.

Savaş sonrası politikaların belirleyici özelliği sanayileşmenin, ABD kaynaklı krediler ve yardımlara dayanmasıdır. Bu nedenle ABD'nin önerileri doğrultusunda kamunun ekonomiye müdahalesi azaltılarak, liberal politika uygulamalarına geçildi.

1950'li Yıllar (1950-1960)

Savaş yıllarında tüm denetimlere karşın, özellikle ticaret sermayesi karaborsa yoluyla önemli bir birikim sağladı.

Genel ekonomik politika olarak özellikle tarımın geliştirilmesine ve alt yapı yatırımlarına büyük önem verildi. Amaç Türkiye'yi Avrupa'nın besin ve hammadde deposu haline getirmekti.

1950'lerin ilk yarısında tarımın gelişmesi, ticaret ve hizmetler kesiminde de önemli gelişmelere yol açmış ve gelir düzeyi ile genel tüketim eğilimi artmıştır. 50'lerin ikinci yarısında ise sanayileşme hız kazanmıştır.

1950'lerde temel tüketim malları kapsamına giren bazı ürünler (dokuma, besin) üretilmekle birlikte, özel kesimin payı oldukça düşüktü. Özel kesim daha karlı olduğu için ticarete yönelmiş, kamu ise sanayi üretimini üstlenmişti.

1950'lerde altyapı yatırımlarına özellikle de enerji yatırımlarına büyük önem verildi.

1950-1960 döneminde en hızlı büyüyen kesim ticaret ve hizmetler oldu. Hizmetler kesiminde Bankacılık sektöründe önemli bir gelişme görüldü.

Planlı Dönem (1960-1980)

1963 yılından itibaren ekonomik ve toplumsal politikalar 5 yıllık dönemler itibarıyla belirlendi.

Öngörülen sanayileşme "İthal İkameci" modele dayanıyordu. Planlar kamu kesimi için emredici, özel kesim için ise yol gösterici nitelikteydi.

Sanayileşme modeli olarak seçilen ithal ikameci yaklaşımla, yerli sanayinin çeşitli teşvik ve koruma önlemleri ile desteklenerek geliştirilmesi hedefleniyordu.

60'lı yıllar boyunca özel kesim besin ve dokuma dışında da özellikle metal, kimya sektörlerinde de devlet desteği ile yeni yatırımlar yaptı.

Özel kesimin imalat sanayiine yatırım eğilimi, 1977'ye kadar sürmüştür. Çünkü teşvikler, korumacı dış ticaret, sabit döviz kuru politikası ve yüksek enflasyon özel kesim için yatırım yapmayı son derece çekici kılıyordu.

1970'lerin sonunda, Türkiye hiçbir ülkeden borç alamaz konuma gelmiş ve ekonomi tam anlamıyla darboğaza girmiştir. Bu nedenle Uluslararası Para Fonu'na (IMF) başvuran hükümet, IMF'nin önerileri doğrultusunda 24 Ocak 1980'de "İstikrar Önlemleri"ni uygulamaya koydu.

1980 yılına değin emek ücretleri "gelir ve yurt-içi talep unsuru" olarak görülmüştür. Başka bir deyişle, sanayici ürettiği mal ve hizmetleri Türkiye sınırları içinde satmak zorundaydı. Çünkü pahalı ve kalitesiz malını yurt dışına pazarlayamıyordu.

Bu nedenle, gelirini emeğini satarak elde eden kesimin yani işçi - memurların ve köylünün, geliri belirli bir oranda (üretilen malları alabilecekleri düzeyde) yüksek tutulmak zorundaydı.

1980-1988 Dönemi

Türkiye 1980 'den itibaren uyguladığı ekonomi politikasıyla ulusal pazarını uluslararası pazarla bütünleştirme sürecine girdi. Bu dönemde uygulanan politikalar ülkenin tüm iktisadi ve sosyal dinamiklerini değiştirdi.

1980-1988 döneminin en belirgin özelliği ücretli emek ve kırsal kesim gelirlerinin bastırılmasına karşılık, sanayi sermayesine büyük teşvikler verilerek ihracatın desteklenmesidir. Bu dönemde sanayi sermayesi yeniden yapılanma içindedir, sermaye büyük ölçüde yatırıma yönelmiştir.

1980'lerin ilk yıllarından itibaren ihracata yönelik ekonomi politikası uygulanmasıyla birlikte, 1980-1988 arasında gerek kamu kesiminde, gerekse özel kesimde ücretler reel olarak düşürüldü. Bu dönemde işçi ücretleri yalnızca "maliyet unsuru" olarak görülmüştür; çünkü üretilen malların bir bölümü yurt dışına satıldığı için, işçinin bunları satın alacak güce sahip olup olmaması, sermaye kesimini hiç ilgilendirmezdi.

Türkiye'de devlet 1980'lere kadar hem yatırımcı, hem üretici hem de sınıflar arasında gelir dağılımını düzenleyici bir role sahipti. 1980-1989 döneminde devletin yatırımcı ve üretici yönünü ortadan kaldırmak için bir dizi hukuki düzenlemeler yapılmıştır. 1990'dan itibaren de devlet yatırım ve üretimden tümüyle çekilme sürecine girmiştir.

1989-1998 Dönemi

1989 yılının ilk aylarından itibaren işçi sendikaları seslerini yükseltmeye başladılar. Ücret artışı talepleri yaklaşan seçimlerin etkisiyle de daha fazla ertelenemedi. 1989'dan başlayarak ücretler 1993 yılına değin reel olarak yükseldi. Ancak ücretlerin yükselmesinin bedelini yine özel sermaye ödemedi, aksine vergi muafiyeti ve KİT sistemi tarafından özel sanayiye kaynak aktarılmaya devam edildi.

Bu sürecin sosyal ve ekonomik bedelini kamu sektörü ve dolayısıyla onun istikrarsız yapısı nedeniyle tüm toplum ödedi. Çünkü kamunun gelirleri giderlerini karşılayamayınca, iç ve dış borçlanma yoluna gidildi.

Sıcak para ekonomisi ve borçlanma

Devlet gelirlerinin azalmasıyla kamu maliyesi 1989'dan itibaren hızla iç ve dış borçlanmaya gitti. Bu dönemde çıkartılan bir kararname ile dış sermaye üzerindeki kontroller tümüyle kaldırıldı. Bu da sıcak para politikası olarak adlandırılan bir sürecin başlamasına neden oldu İthalatta sürdürülemez bir genişlemeye yol açan bu süreç 1993 sonunda döviz ve faiz kuru dengesizliğinin en üst noktasına ulaşmasına yol açtı ve 1994 krizi oluştu.

Bu yıllarda ithalata dayalı yapay bir büyüme gerçekleşti ve kamu kesimi aşırı ölçüde borçlandı. Borçlanma sayesinde vergi reformunu ertelemek mümkün oldu. Bu politika dış ödemeler dengemizi alt üst ederken, ücret ve maaş gelirleri reel olarak azalmaya başladı, sanayi sermayesi karlarını artan oranlarda üretim yerine finans kesiminde değerlendirmeye başladı.

1990'dan itibaren devlet yalnızca düzenleyici bir rol üstlendi. Ancak bu düzenleme zenginden alıp fakire vermek biçiminde değil, sermaye kesimini vergilendirerek de değil, iç ve dış borçlanma yoluyla, spekülatif rantiye gelirlerini koruyarak ve kollayarak, sermayeye gelir aktarma biçimine dönüşmüştür.

1990'ların son yıllarında Türkiye tam bir iç ve dış borç batağına saplanmış ve bu borçların ana paraları ile faizlerin ödenebilmesi için yeniden borçlanma sarmalına girilmiştir. Bu denli ağır borç yükü altında kalındığı için de doğal olarak kamu açıkları kapanmamakta, elde edilen kamu gelirlerinin büyük bölümü de borç faizlerini karşılamaya ayrıldığından, eğitim, sağlık vd kamu hizmetlerini yapacak gelir kalmamaktadır. Ancak uygulanan liberal politikalar uyarınca, hükümetler devletin gelir dağılımını düzenleyici rol oynamasında önemli bir rolü olan KİT'leri ve bazı kamu kuruluşlarını ve hizmetlerini (Sağlık, Eğitim gibi) özelleştirme hedefini önlerine koymuşlardır.


Cumhuriyeti Anlamak  (Birleşik Metal-İş Gazetesi Sayı 122)

gündem - 75. YILDA UNUTULANLAR

75. YILIN ARDINDAN

CUMHURİYET VE 75. YILDA EĞİTİM

75 YILDA TÜRKİYE EKONOMİSİ

CUMHURİYET DÖNEMİNDE SENDİKALAR

CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÇALIŞMA HUKUKU

SAYI 122


birmet@ibm.net

anasayfaya dönüş

Gazetemiz    Kitaplar    Eğitim Notları    Broşür    Afişler    Basın Açıklamaları

İlksöz     Tarihçe    Güncel     2000'lere doğru    Etkinlikler    İdari Yapı     Üst Kuruluşlar

Son güncelleme tarihi 1 Aralık 1998
Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından hazırlanmıştır
birmet@ibm.net