MAI KARŞITI ÇALIŞMA GRUBU  -     BÜLTENLER

29.07.1999

BÜLTEN -4

Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubunun
28 Temmuz 1999 tarihli 30. olağan toplantısında tartıştığı konular
ve küreselleşmede son gelişmeler
e ait toplantı notları

 

1. Küreselleşmede son gelişmeler:

a. Fransız LE MONDE DİPLOMATİQUE Gazetesinde Temmuz 1999 yayınlanan SUSAN GEORGE’nin makalesinden özetlenmiştir.

MAİ müzakerelerinin OECD’de bitirilmiş olmasına rağmen hala cevapsız olan bazı sorular var. Neden Hükümetler böylesine skandal yaratan bir anlaşmayı imzalama konusunda o kadar istekliydiler ve neden egemenliklerinden vazgeçmeye razıydılar? Görünüşe bakılacak olursa bu soruların tek bir cevabı var : Marx ve Engels’in de belirttiği gibi “ Modern Devlet gücü, sadece burjuva olaylarını yönetmekten sorumlu bir yönetim kuruludur.” Bu burjuvalar, şimdi muazzam büyüklükteki endüstri ve finans şirketlerinde cisimlenmekte ve çok sayıda lobi grupları üzerinden ve Devlet gücünü kullanarak seslerini yükseltmek ve netleşmek istemektedirler. Bu lobi gruplarının en önemlisi ICC olarak bilinen Uluslar arası Ticaret Odasının özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Bu kurum, dünyanın her tarafında tüm sektörlerde faaliyet gösteren 7000’den fazla şirket tarafından yetki ile donatılmış ve onlar adına konuşup; talepte bulunabilen tek resmi temsil mekanizmasıdır. ICC, taleplerini doğrudan devlet başkanlarına iletir.

Avrupa ve ticaret ile ilgili, WTO müzakerelerinin de aralarında bulunduğu tüm meseleler Avrupa Komisyonunun eski Başkanı Sir Leon Brittan tarafından yürütülmektedir. Bu zat, istifaen ayrıldığının farkında değilmiş gibi görünmekte ve hala tüm A.B. Hükümetleri adına konuşmalar yapmaktadır. Söz konusu bu Hükümetler, diğer alanların yanı sıra ticaret alanında da egemenlik haklarından vazgeçmeyi kabul etmekte çünkü, şirket avantajlarının kendi manevra alanlarının kısıtlanmasından daha ağır bastığına inanmaktadırlar. Fakat işbirliği yapmak ve bir konuşmacı olarak Margaret Teatcher’ın Ultra liberalizm mirasını yaygınlaştırmaya çalışmak başka bir şeydir. WTO olayında bizler, sosyal ve politik Avrupa anlayışının terk edildiğine ve egemenliğin yok edildiğine tanıklık ediyoruz.

Sır Leon Brittan da tıpkı ICC yöneticileri gibi, tüm kuralları serbest ticaret anlayışı çerçevesinde belirlenmiş bir dünya yaratmak niyetindeler. Yıl sonunda Seattle’da yapılacak WTO Bakanlar Konferansına ilişkin görüşlerinin içeriği ve biçimi bir diğerinin aynısı.

Brittan ve ICC her ikisi de kırsal kesimde yaşayan halkların geleceğini tehlikeye sokacak olan “tarım sektörünün daha da liberalize edilmesi” görüşünün savunuculuğunu yapmakta. En yoksul uluslar, kendi halklarının gıda güvenliği üzerindeki kontrollerini kaybetme riski ile karşı karşıya. Zihinsel iyelik haklarının belirlendiği TRIPs anlaşması, Seattle sonrasında yaşamın patent altına alınmasını da kapsayacak.

Ancak yıl sonu gündeminde bu iki önemli gündem maddesinin dışında, en az onlar kadar önemli fakat pek fazla bilinmeyen bir anlaşma daha var ki o da GATS adı ile bilinen Hizmetlerin ticaretine ilişkin genel anlaşma. Bu alanda ICC ve Sır. Leon Brittan, tüm ülkelerin hizmet sektörlerine serbestçe giriş ve uygulamada ulusal muamele ilkesine tabi olma yönünde daha önceki yıllarda bulunulan taahhütlerin yerine getirilmesi için “ En geniş tanımı ile hizmetler sektörü önündeki ulusal engelleri kaldırtma” çabası içersindeler. Onlara göre ; “ Hizmet sektörü dünya çapında tüm yabancı yatırımcılara açık hale getirilmeli”. Bu açıklamadan, yıl sonunda yapılacak toplantıda gerçek kişilerin dolaşımı ve ticari mevcudiyetinin de gündeme dahil olduğu anlaşılıyor. “Bunda yanlış olan ne var” diye düşünenler olabilir. Bu konuda fikir vermesi açısından hizmetler sektörü ile neyin kast edildiğini anlamakta ve Hükümetlerimizi “egemenliklerini nasıl kaybedecekleri” konusunda bilgilendirmekte yarar var.

WTO’nun boyunduruğu altına girecek olan Hizmetler Sektörü trilyonlarca dolarlık bir ticareti temsil ediyor. İlk bakışta son derece masum gibi görünen “hizmetler sektöründe liberalizasyon” saldırısı akla gelebilecek tüm insani faaliyetleri bünyesinde barındırıyor. Toptan ve perakende satışlar, dağıtım, franchising, inşaat, mimarlık, dekorasyon, bakım, sivil, makine de dahil olmak üzere tüm mühendislik dalları, finansal hizmetler, bankacılık ve sigortacılık, araştırma ve geliştirme, komisyonculuk hizmetleri, kiralama, kredi ve satın alma, iletişim, posta hizmetleri, telekomünikasyon, bilgi teknolojileri, turizm ve seyahat, otelcilik, yol yapımı, bakım ve onarımı da dahil olmak koşulu ile çevresel hizmetler, su dağıtımı, lırsal ve kentsel planlama, aralarında eğlence sektörü, kütüphaneler, arşiv ve müzelerin de bulunduğu tüm kültürel ve sportif faaliyetler, yayınlama, basım, medya, reklamcılık, eğitim (İlk , orta, lise ve üniversite dahil) , insan ve hayvan sağlığını kapsayacak biçimde sağlık hizmetleri sektörü.

b- ABD’li Sağlık Şirketlerinin Sağlığın Özelleştirilmesi Çalışmaları :

Avrupa Birliği ülkelerinde bu konu üzerinde çalışmalar yapan sivil hizmet mensuplarının sayısı birkaç düzineyi geçmezken, ABD bu konuyla yüzlerce uzmanını görevlendirmiş, tüm hizmet alanlarında tamamı ile serbest piyasa ekonomisine geçmek için bıçaklarını bilemektedir. ABD’nin Özel Ticaret Temsilcisi Charlene Barshefsky ülkesinin hormonlu et ve banana muzları konularında aslanlar gibi mücadele verdiğini ve bunları başarı ile sonuçlandırdığını belirtiyor. Bu kişi, işi gereği Amerikan iş adamları ile el ele bir çalışma yürütüyor. Bu çalışmalar sırasında ABD Hizmetler Sektörü koalisyonundan da yıl sonu toplantısında (Seattle) görüşülmesini arzu ettikleri konuları belirlemelerini istedi ve kendisine gönderilen talepler tam 31 sayfalık bir dosyada toplanmıştı.

Kuşkusuz, yukarıda sayılan sektörlerin tümünün özelleştirilmesini şimdilik planlamıyorlar. En azından şimdilik. Ancak, Avrupa kıtasının sağlık hizmetlerinin neredeyse tümü ile devletlerin elinde bulunması, bu alanı öncelikli hedef haline getiriyor. Kıtadaki yaşlı nüfusun giderek artıyor olması ve yaşlıların sağlık hizmetine duyduğu ihtiyacın sağlık maliyetlerini yukarıya çekmesi ulusötesi hizmet tekellerinin iştahını daha da kabartıyor. ABD Hizmetler Sektörü Koalisyonu ise, sağlık piyasalarının ABD’li sağlık tacirlerine açılması yönünde yürütülecek müzakerelerin sonuç vereceğinden emin görünüyor : “ Ne yazık ki sağlık sektörü şimdiye dek çoğunlukla kamunun sorumluluk alanındaydı. Bu durum ABD’li sağlık tacirlerinin yabancı piyasalarına girişinde sıkıntı yaratıyordu. Fakat şimdi WTO bir çıkış yolu aralıyor. “ diyor Barshefsky ve devam ediyor “ Sağlık alanında çalışan uzmanlara verilecek lisanslardaki kısıtlayıcı uygulamaların kaldırılması ve özel hizmetleri arttıran yeni düzenlemelere gidilmesini” umduklarını belirtiyor.

Barshefsky, katıldığı müzakerelerde tümü ile özelleştirme ve serbest rekabet yanlısı bir tutum sergilerken bir yandan da tüm sağlık hizmetlerinin sınır ötesi gerçekleştirilmesine olanak tanıyan düzenlemelerin getirilmesi ve bu alanda çoğunlukla yabancı sermaye tarafından hizmet verilmesini savunuyor. Hatta işi iyice sağlama almak ve yabancı yatırımcıların ulus devletler tarafından sağlanan sağlık hizmetlerine el atabilmesi için bu hususun “Government Procurement” adı ile bilinen ve Hükümetler tarafından gerçekleştirilen tüm satın almalar, satışlar ve hizmetlerin özelleştirilmesini kapsayan anlaşmada da yer almasını istiyor. Tüm bu hükümleri içeren bir anlaşmanın yeri ise WTO olacaktır. Dolayısıyla, Avrupa’da var olan kamu sorumluluğundaki sağlık sistemlerimizle artık vedalaşabiliriz.

Bu taleplerine ilaveten ICC ve Sir Leon Brittan klasik talepleri haline gelen ve sanayi ürünleri ithalatına uygulanmakta olan gümrüklerin kaldırılmasını amaçlayan bir anlaşma için de çaba sarf ediyorlar. Bu hedeflerini de “gümrük işlemlerindeki bürokrasiyi azaltmak, çalışmaları bütünleştirebilmek ve modernize edebilmek” şeklinde açıklıyorlar. Tabii ki bu görüntünün gerisinde kontrollerin ve denetimlerin azaltılması, gümrük vergilerinin kaldırılması var. Bir sonraki anlaşma “Government Procurement” Hükümetler tarafından gerçekleştirilmekte olan faaliyetlet ya da başka bir deyişle tüm hizmetler, satışlar ve satın almalar ki bu alan her hangi bir ülkenin GSMH’sının %15’ini aşmakta. Millenium Round destekçilerine bakılacak olursa bu alanların tüm yabancı yatırımcılara açılması ve y.yatırımcılara ulusun vatandaşı imiş gibi davranılması gerekiyor. Bir diğer anlaşma talebi ise rekabet önündeki tüm engellerin kaldırılması ve bunun uluslar arası bağlayıcılığa sahip düzenlemeler üzerinden garanti altına alınması. MAİ düşmanlarına duyurulur : MAİ benzeri bir “yatırımlar” anlaşması unutulmuş değil. MAİ anlaşmasının OECD’de son bulduğu günden beri Sir Leon Brittan katıldığı her toplantıda böyle bir anlaşma için WTO’nun en uygun platform olduğunu tekrarlayıp duruyor. Bir diğer anlaşma ise daha önce imzalanmış olan ve iklim değişikliği, ozon tabakasındaki delik, biyolojik çeşitlilik, toxic atıklar v.b. konuları kapsayan MEA Çok Taraflı Çevre Anlaşmalarının, üzerinde çelişki ve sorun yaşanan maddelerinin (?) tekrar masaya yatırılmasını öngörüyor. Şimdi Hükümetlerimize soruyoruz, “WTO’da sorgulayacağınız bir anlaşmaya neden imza attınız ?”

Gündem maddeleri bu kadarla da kalmıyor. Bugüne kadar çevre ve halk sağlığı alanlarında meydana gelen uyuşmazlıklar WTO tahkim mekanizmasına gitmekte ve orada da bu iki kamusal alan hiçbir şekilde dikkate alınmamaktaydı. Bu yıl sonunda bunlara bir üçüncü alan ekleniyor : Serbest Orman Kesimi. Bu anlaşma ile ağaç ve orman katliamı önündeki tüm ulusal engel(?)lerin kaldırılması ve sınırsız bir doğa sömürüsü hedefleniyor. Barshefsky’nin bundan önceki görevi Kanada Kereste Sanayiinin lobisini yapmaktı. Şimdi ise ABD’nin en büyük kereste ve kağıt tacirleri kendisinden görüş istiyor.

Avrupa Komisyonu ve ICC’nin taleplerinden bir diğeri de WTO toplantısı katılımcılarının müzakere sonuçlarını tümü ile kabul etmek zorunda kalacakları bir işleyişin uygulanması.

Eğer bu muazzam program gelişmiş ülkelere bile ağır geliyorsa, şimdi olduklarından bile daha geriye gidecek olan en az gelişmişler ile gelişmekte olan ülkelerin ne yapacağı gerçekten merak konusu. Bu ikinci ve çok zayıf konumda olan grubun WTO’da sürekli bir temsil yapısı bulundurması bile bugüne kadar mümkün olamadı ve çoğunlukla aynı temsilciyi birleşerek kullanmak zorunda kaldılar. Hatta Güneyin nispeten daha güçlü Hükümetleri bile karmaşık konuların üstesinden gelebilecek teknik kadrodan ve çok geniş kapsamlı konuların tümünün müzakerelerine katılabilecek düzeyde dil bilen uzmanlardan yoksun bulunuyor. Fransa Başbakanı Jospin geçtiğimiz yıl WTO’nun OECD’den daha demokratik bir yapıya sahip olduğunu, zira WTO’da 29 değil 134 ülkenin bulunduğunu söylerken bu önemli gerçekleri görmezden gelmişti. Kısaca belirtmek gerekirse zengin dördüzler ABD, A.B., Kanada ve Japonya’nın örgüt yapısındaki hakim konumlarının devam edecektir.

“Üzülmeyin herşey kontrol altında”, kamu çalışanlarımız, ulusal egemenlik konusunda kaygı duyanlarımız ve diğerleri kuşkusuz tüm bunlara yanıt verecektir.Fakat bizim Avrupa’da ihtiyaç duyduğumuz şey bir çeşit mücadele indexidir. Bu indexte Hükümetlerimizin halklarının hangi ihtiyaçlarını savunamayacak durumda olduklarını ve hangilerini savunma yönünde hazırlık yaptıklarını sıralamamız gerekiyor. Ayrıca, müzakerelere katılan ulusal temsilciyi de düşünmek zorunayız. Çiftçilerimiz, köylülerimiz, orman katliamına karşı çıkan ya da kanserojen etin tüketimini yasaklatmaya çalışanlarımız, toplum sağlığı ve sosyal güvenlik sistemimize sahip çıkanlarımız, ve daha niceleri. Bu giderek küreselleşen dünyada gerçekten neye karşı savaşacağımızı bilmek zorundayız.

Hükümetler derhal akıllarını başlarına toplamalı, zira bu anlaşmayı 3 yıl gibi kısa bir süreçte tamamlamayı hedefliyorlar. Bu acele neden diye soracak olursanız, cevabı gayet basit : Çok Taraflı karar mekanizmalarının başındakiler küresel pazarları kendi çıkarları doğrultusunda ve hiçbir engel bırakmayacak şekilde hızla düzenlemek istedikleri için. Ve hepimizin anladığı üzere biz yurttaşların haklarının tümüyle iş dünyasına kurban edilmiş olacağı yıl, 2003 yılı olacak.

c- SEATTLE PROTESTOLARI İÇİN HAZIRLIKLAR SÜRÜYOR.

30 Kasım 3 Aralık tarihleri arasında ABD topraklarında bugüne kadar düzenlenen toplantıların en büyük ve en kalabalık olanı düzenlenecek : WTO 3. Bakanlar Konferansı. Yaklaşık 150 ülkeden 5000 kadar delegenin katılacağı toplantılarda küresel ticaret görüşmelerinin yeni bir turuna başlanacak. Tıpkı 1973’teki Tokyo roundu ve 1986’daki Uruguay roundu gibi Seattle’da yapılacak roundda da kalan son gümrükler kaldırılarak, ülkelerin doğası ve halkları yabancı yatırımcıların sömürüsüne sunularak sermaye için daha da ideal bir ortam yaratılmaya çalışılacak. Bizim bugün diğer ticaret raundlarından söz ettiğimiz gibi, çocuklarımız da millenium raunddan söz edecek. Ama onların üzerinde konuşacağı gümrük tarifeleri olmayacak, ormanları azalmış ,yaşamları daha fazla riske edilmiş olacak. Kızgın protestocuların listesi giderek kabarıyor : Başkan Clinton ve Kongre’nin Haziran ayında sunulan ve çelik ithalatına kota uygulanması talebini reddetmesine kızan çelik işçileri Bellevue ve Tacoma’ya yakın 1000 kadar otel odası ayırttılar. Liman işçileri 3000 kişilik bir grupla geliyor. Çevre örgütlerinin liderliğini Green Peace ve FOE üstlenmiş durumdalar. Hindistan’dan işçi temsilcileri, Almanya’dan militan anti-kapitalistler ve New York’tan AİDS karşıtları da geliyorlar. Alınan duyumlara bakılacak olursa Meksika’dan Zapatista’lar da geliyor. Yapılan eylem planları arasında Konferansın yapılacağı binanın çevresini insan zinciri ile kuşatmak da bulunuyor.

Protestocular Haziran ayında bir testten geçtiler : Köln’deki G8 zirvesi. Bizler özellikle Londra’da yaşananlardan çok daha canlı ve hareketli bir grup oluşturacağız Seattle da. I-90 karayolunun trafiğe kapatılması planlanan gösterilere bölge sakinlerinin de katılması ile çok geniş bir kitlesel miting olacağını kaydeden STK’lar RUCKUS isimli bir grubun katılımcılara sivil itaatsizliğin çeşitli biçimlerini anlatacağı eğitim ve atölye çalışmalarının da yapılacağını belirtiyorlar.

d - BM. RAPORUNA GÖRE KÜRESELLEŞME ZENGİN ÜLKELERİN HALKLARINI DAHA DA ZENGİNLEŞTİRİRKEN,
YOKSUL ÜLKE HAKLARINI AÇLIĞA SÜRÜKLEDİ

1985 yılında en zengin ülkedeki kişi başına gelir en yoksul ülkedeki kişi başına gelirin 76 katıydı. 1997 yılında ise bu oran tam 288 kata ulaştı. BM listesine göre en yoksul olduğu belirtilen 34 ülkenin 29’u Afrika’da bulunuyor. En yoksul 74 ülkenin ilk 10 tanesindeki 1985 ve 1997 yıllarında kişi başına milli gelir gelişimi ise Kongo : 225$ iken, 97$, Sierra Leone : 227$’dan 159$’a, Burundi : 219$’dan 162$’a, Madagaskar : 246$’dan 209$’a, Bangladesh: 278$’dan 218$’a, Rwanda : 341$’dan 222$’a gerilerken ; en zenginlerden Luxemburg’da 17133$’dan 28010$’a , ABD’da : 18000$’dan 21541$’a yükseldi. Dünya uluslarının en zengin %20’si dünya hasılasının (mal+hizmet) %86 sını üretiyor. Orta sınıf sayılabilecek %60’ı 13 üretiyor. Ve en yoksul %20’si de sadece %1 üretebiliyor. (BM İnsan gelişimi raporu)

e – OECD’de HALA MAI KONULARINI GÖRÜŞÜLÜYOR.

OECD uluslar arası yatırımlarla bağlantılı olarak görüşeceği konuların ana başlıklarını belirledi. Başlıklar MAİ hükümlerinden oluşuyor :

  • OECD üye ülkelerindeki yatırım ve finansal yatırım konularındaki yasal durumların analiz edilmesi
  • Ayrımcılık yapılmaması ve sosyal konular
  • Ayrımcılık yapılmaması ve çevresel konular
  • Ayrımcılık yapılmaması, yatırımların koruma altına alınması ve ulusal bağımsızlık meselesi
  • Yatırım özellikleri ve yatırımların teşvik edilmesi.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı OECD’nin ilgili komitesi ise 23 Haziran günü Paris’te yaptığı toplantıda Uluslar arası Yatırımlar ve Çok uluslu Şirketler konularını ele aldı. TC.Başbakanlık Hazine Müsteşarlığının da aynı tarihte benzer isimli ve neredeyse aynı içerikte bir toplantı yapması oldukça ilginç bir rastlantı. Paris’teki toplantıda söz isteyen ABD’li Hükümet sözcüsünün konuşması ise çok daha ilginç :

“ Çok taraflı, kurallara dayalı bir yatırım rejimi hedefinden yine de vazgeçilemez. Biz ABD olarak, bu hedefin BITs-Devletler arası İkili anlaşmalar üzerinden gerçekleştirilmesine çalışacağız . OECD’de son verdiğimiz MAI’nin WTO’dan geçirilmesi de çok zor görünüyor.(Çünkü STK’lar ve Sendikaların çıkarlarının da korunması gibi bir taleple karşılaşıldı. )OECD’de karşılaştığımız sorunların .çoğunu WTO’da da görme ihtimali var. “

f - G.KORE; ABD VE JAPONYA İLE DEVLETLER ARASI İKİLİ ANLAŞMALAR İMZALAMA HAZIRLIĞI İÇERSİNDE

G.Kore Hükümeti bu tip bir ikili anlaşmayı ilk kez geçen yıl haziran ayında ABD’ne önermişti. Ve halen de G.Kore-Japonya arasınad aynı tipte bir başka BIT’nin imzalanması için son derece gizli müzakereler devam etmekte. Ülkenin ,Asya krizi sonrasında IMF boyunduruğu altına girmesini müteakiben Hükümetin özellikle yabancı doğrudan yatırımlara duyduğu ilgi had safhada arttı. Bu bağlamda Hükümet yabancı şirket evliliklerine, Yabancı Sermayeyi Teşvik yasasının yürürlüğe konmasına, telekom, Devlet Çelik İşletmeleri ve G.Kore ağır Sanayii gibi kamu kuruluşlarının özelleştirilmesine izin verdi, hatta teşvik etti. Buna karşın, tüm bu tavizler yeterli değildi ve Hükümetin, yabancı sermayeye ülkede yaptığı yatırımların güçlü bir şekilde korunacağına dair garanti de vermek zorundaydı. İşte çalışmaları büyük bir hızla yürütülen BIT, ikili anlaşmalar da bu tavizlerin sigortası olacak. Kuşkusuz bu çalışmalarda G.Kore Hükümetinin en büyük destekçileri “Chabols” adı verilen ve birer ulusötesi şirket haline gelmiş olan G.Kore aile şirketleri.

Adına “prototip ikili anlaşma” denilen bu devletlerarası anlaşmanın içeriğinin MAI’den hiçbir farkı yok. 1)Yatırım tanımlaması, içersine spekülatif borsa portföylerini bile alacak kadar geniş 2) “Ulusal muamele ve En çok kayrılan ülke” hükümleri daha önce yapılan yatırımlar ile yatırımların kuruluş aşamalarını da kapsıyor. 3) Yabancı yatırımcılardan aşağıda sayılan performans koşulları talep edilemeyecek : Belli oranda yerli hammadde kullanılması, yerli ürün veya hizmetlere belli öncelikler tanınması , belli düzeyde ihracat yapılması, teknoloji transfer edilmesi ve diğerleri. Tüm bu dayatmalar sonrasında , örneğin film endüstrisinde halen yılda en az 146 kez gösterime girebilen yerli filmlere kota uygulaması başlatılacak, Devlete ait sigara fabrikalarının yalnızca yerli tütün kullanmasına ilişkin yasa değiştirilecek ve kaldırılacak 4) Kamulaştırma yasağına ilişkin hüküm MAI’deki kadar geniş tutulmuş, yani dolaylı kamulaştırma ve kamulaştırmaya benzer sonuç yaratabilecek girişimler bile yasaklanabilecek. Bu da Hükümetin artık emek ve çevreyi koruma amaçlı yasaları çıkaramayacağı ve hatta ve mevcut korumaları bile kaldırmak zorunda kalacağıdır. Çünkü aksi taktirde uluslar arası tahkim şartı ile tazminat yükümlülüğü getiriliyor.

g - AMERİKALI HUKUKÇULAR NAFTA’YI TARTIŞIYOR

Amerikan Hukuk literatüründe Anlaşma ve Andlaşma arasında önemli farklılıklar var. Bu kelimelerin kapsamının dışında onay prosedürü de oldukça farklı. Söz gelimi anlaşmalar hem senato hem temsilciler meclisinden sadece salt çoğunluk sistemi ile geçirilebilirken, Andlaşma (Treaty) her iki konseyde de 2/3 çoğunluğun oyunu gerektiriyor. NAFTA, ismine bakacak olursanız bir Anlaşma (Agreement). Ancak bugün ülkedeki Hukukçular NAFTA’nın kapsam ve içerik olarak bir anlaşma değil, bir Andlaşma olduğunu iddia ederek tekrar oylamaya sunulması gerektiğini belirtiyor. Hükümet ise, ismine bakılması gerektiğini söyleyerek kaçak güreşmeyi tercih ediyor.

2- Çalışma Grubunca hazırlanan Sosyal Güvenlik ve Uluslar arası Tahkim Kitapçıklarının basımı ile ilgili görüşmeler.

Çalışma Grubundan Eğitimsen 2.Nolu Şube temsilcisi Mesut Mahmutoğulları’nın hazırlık çalışmasını yaptığı Sosyal Güvenlik Kitapçığının ve KİMDAKSİ temsilcisi Selim Yılmaz’ın hazırladığı Uluslar arası Tahkim kitapçığının en kısa zamanda basımının ve dağıtımının gerçekleştirilmesi, kitapçıkların öncelikle Grubumuzu oluşturan İşçi-Memur Sendikaları, TMMOB’ye bağlı Meslek Odaları ile Derneklere teslim edilmesi kararlaştırıldı.

3 – Basımı gerçekleşen MAI Anlaşma Kitabının ile ilgili görüşmeler.

Çalışma Grubumuzdan DİSK ve Birleşik Metal-İş temsilcisi Gaye Yılmaz’ın Türkçe’ye çevirdiği 28.Nisan.1998 Tarihli MAİ Anlaşma Taslağı kitabının basımı Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından 1000 adet olarak yapılmıştır. Ancak kitaba yönelik taleplerin çokluğu göz önüne alındığında 1000 adetlik yeni basımın yapılması kararlaştırılmıştır.

Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu

 

İLETİŞİM:

Birleşik Metal-İş Sendikası

Tel: (216) 380 85 90
Fax: (216) 373 65 02
e-mail: birmet@ibm.net

Enerji Yapı Yol Sen. İst. Şubesi

Tel: (212) 212 94 25-26
Fax: (212)213 64 83

TMMOB – İst. iletişim

Tel: (212) 249 83 85
Fax: (212) 244 29 16
e-mail: tmmob@superonline.com

    e-mail: sykimdaksi@superonline.com

Ana Sayfaya Dönüş


 

Bu sayfalar Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından hazırlanmıştır.