GÖZUCUYLA

TÜRKEL MİNİBAŞ

Var Böyle Bir Şey!

Güney Asya'dan gelen kriz dalgasının başta konfeksiyon olmak üzere ihracata dönük imalat sanayii ni vuracağını; dolayısıyla 8 milyon işsize yenilerinin katılacağını...

Güney Asya borsalarında başlayıp Londra'dan Tokyo'ya, New York'tan Yeni Zelanda'ya kadar gelişmiş ülke piyasalarını sarsan krizden kaçan sermayenin, sadece yüksek faiz oranlarına bakarak Türkiye'ye gelmeyeceğini; dolayısıyla taze sıcak para düşleri kurulmaması gerektiğini...

30 yıllık krizinden küreselleşerek çıkmaya çalışan sermayenin önümüzdeki 1000 yılın hukukunu oluşturan MAI'yi (Çok Taraflı Yatırım Antlaşmaları) hazırladığını, dolayısıyla bu sürece doğru dürüst eklemlenmeyi sağlayacak reform adlı yasal değişiklikleri yapmadan IMF'nin dış borç kanallarının açılmasına cevaz vermeyeceğini...

Düştüğü iddia edilen enflasyonun artış hızının aslında gerilemediği, sadece stagflasyon sürecinde ayağının tökezlediğini; dolayısıyla fiyat ve ücret politikalarının birlikte belirlenmesinin zorunlu olduğunu...

Uluslararası kriz ile iç ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın örtüştüğünü; fiyat ve ücret politikalarının birlikte oluşturulması gerektiğini...

Kısacası, kriz girdabından boğulmadan çıkmanın giderek zorlaştığını yazdığımızda, ''Yok böyle bir şey! Kriz düşkünü olmaktan vazgeç!'' dediler.

Oysa o günlerde dahi makro ekonomik dengelere ait sayısal veriler ''Var böyle bir şey!'' demekteydi.

Susmayı, ağzına biber sürülerek; tepki göstermemeyi, eli ateşe yapıştırılarak öğrenen her toplumda olduğu gibi bizim de krizi kabullenmemiz için:

* Durgunluğun yaygınlaşmasıyla birlikte talebin düşmesi;

* aşırı stok fazlalarının oluşması;

* üretim ve ihracata dönük sektörlerde işten çıkarmaların başlaması;

* birbiri ardı sıra gelen iflasların oluşması gerekiyordu.

Ne var ki... Ağza biber sürülüp, el-ayak kırıp kriz süreçlerine nasıl uyum yapılacağı ve yaptırımlarının nasıl üstlenileceğinin öğretildiği günler 1980'lerde kaldı. Şimdilerde ''öyle bir şeyler'' hukuk yoluyla gerçekleştiriliyor.

ICFTU'nun (Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu) sendikalara gönderdiği mektup ve ankete bakılırsa, bu hukuk, kamuoyuna yansıtıldığı gibi IMF'nin dış kredi muslukları açması için yapılması gereken yasal düzenlemelerden ibaret değildir. O kadar basit olsaydı, bu düzenlemeler 5 yıl, hatta 20 yıl önce yapılırdı!

IMF'nin, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle ''ikna görüşmeleri'' ne başlaması... Dünya Ticaret Örgütü'nun (WTO) 30 Kasım-3 Aralık 1999'da ABD'nin Seattle'da yapılacak 3. Bakanlar Konferansı'nda ''işçi hakları ve temel çalışma standartlarının WTO içerisine dahil edilmesi'' nin görüşülecek olması, oluşturulan yeni hukuk düzeninin de biçimini göstermektedir.

Kısacası ülkeler, ulusötesi sermayenin özgür dolanımını gerçekleştirecek yasal değişiklikleri yaparak önümüzdeki 1000 yılın hukukuna, yani... MAI'li döneme uyum yapma sürecine girmişlerdir.

Ulusötesi sermayenin sorunlarını uluslararası tahkim yoluyla çözme serbestiyesi kazanmasından sendika, sosyal güvenlik, vergi ve de tarım alanında yapacakları yasal değişmelere kadar uzanan bu süreçte ulus devletin tanımı da değişmekte. Tüm kesimlerin çıkarlarını koruyucu-kollayıcı devletten, sermayenin çıkarlarını korumak üzere örgütlü jandarma-polis devlete dönüşmektedir.

ICA (Uluslararası Ticaret Odası) Genel Sekreteri Maria Cattaui' nin, ''Eğer gelişmekte olan dünyanın çıkarları doğrultusunda uluslararası bir hukuk sisteminin en önemli parçası nedir diye soracak olursanız, bunun tek bir cevabı vardır: Yabancı yatırımların tek bir elden yönetilmesini sağlayacak kapsamlı bir yatırım anlaşması'' dediğine bakılırsa, bırakın 1000 yıl sonrasını...

Dünyalılar önümüzdeki 15-20 yılda ''yok öyle bir şey'' diyenlerin dudaklarını uçuklatacak denli hukuksuzluk döneminin tanığı olacaklar!


Garildi 'den alınmıştır