BİRLEŞİK METAL-İŞ SENDİKASI GAZETESİ |
Cumhuriyet döneminde de, geçmişte olduğu gibi sendika
kurma, grev ve diğer haklar zaman zaman sınırlanmış hatta yasaklanmıştı. Buna
karşın işçi sınıfı, geriye gidişlerle de olsa mücadele hattını oluşturma
savaşımında ve kendi tarihini belirlemede önemli roller üstlendi.
Cumhuriyet sonrasının genel sanayileşme hedeflerini belirlemede olduğu kadar işçi hakları bakımından önemli etkileri olan ilk girişim 1923’te toplanan I.İktisat Kongresi'ydi. Kongrede, tüccar, çiftçi, zanaatkar, sanayici, bankacı ve işçi kesimi buluşmuştu.Temsilcileri, işçi sınıfının ilerideki yıllardaki taleplerinin de temeli olacak 34 madde dile getirdi. Küçük düşürme içeren "amele" sözü yerine işçi sözünün kullanılması, sendika hakkının grev hakkıyla birlikte verilmesi, madenlerde 6 saatlik, diğer alanlarda 8 saatlik işgününün kabulü, fazla çalışmanın 4 saatle sınırlandırılarak zamlı ücret ödenmesi, vb. çok ileri istemlerin tartışıldığı kongrede, 1 Mayıs'ın işçi bayramı olması da kabul edildi. İşçi kesiminin talebi olan grev hakkının elde edilmesi için ise 1961 yılına kadar sürecek uzun soluklu uğraş gerekiyordu. İşçi sınıfı 75 yılda, yer yer kendiliğinden, ama çoğunlukla sendikaları ve öncüleri aracılığıyla işveren baskılarına karşı çıktı. Başta sendika kurma hakkı olmak üzere çalışma koşullarının düzeltilmesi talepleri için iş bırakmadan yemek boykotuna kadar birçok yöntemi denemişti. Yeni Cumhuriyetin 1924 tarihli ilk anayasasında toplanma, sözleşme yapma, dernek kurma hakları yer almıştı. Anayasanın hemen ardından değişik illerde 20 kadar sendika kuruldu. Çalışma koşullarının düzeltilmesini isteyen işçiler ard arda grevler ve eylemler yaptılar. Özgürlük ortamı kısa sürdü. 1925'de, Takrir-i Sükun adıyla çıkarılan yasayla, başta işçi örgütleri olmak üzere bütün muhalefet örgütleri bastırıldı. Ancak işçiler, 1933'e dek geçen 8 yıllık sürede, sendikalarının kapatılmasına karşı ücret zammı vb. çalışma koşullarıyla ilgili taleplerle 35 kadar grev yapacaklardı. Grev yasağı yıllarca devam etti. Önce 1933 tarihli Ceza Yasasıyla, ardından 1936 tarihli İş Kanunuyla sendikaların faaliyetine grev hakkı olmaksızın izin verildi. 1938'de, yürürlükteki Cemiyetler Kanunu değiştirilerek, "sınıf esasına dayalı" derneklerin kurulması yasaklandı. Sendikaların spor kulübü, yardım sandığı gibi çalışması isteniyordu. Derken 2. Dünya Savaşı yılları gelip çattı. 1940'ta çıkarılan Milli Koruma Kanunu savaş dönemine ilişkin önlemleri içeriyordu. Sanayide ve madenlerde zorunlu çalışma getirilerek, mevcut işçi hakları alabildiğine budandı. Kadın ve çocukların çalıştırılmasının yasaklandığı alanlar azaltıldı. Yasayla, zorla ve uzun süre çalışma getiriliyordu. Bir grup insan karaborsa ve haksız kazanç yollarından sermayelerini büyütürken olan işçilere oluyordu. Savaşın sona ermesi ve dünyada esen hak ve özgürlük arayışlarının yansımasıyla ve işçi sınıfının üst üste birikmiş tarihsel mirasıyla yeni bir döneme girildi. 1946'da yasalar değiştirilerek, "sınıf esasına dayalı dernek kurma " yasağı kaldırıldı. Birbiri ardına 200 sendika kuruldu. Ancak siyasi iktidar kimi sendikaları, siyasi partileri denetimde tutamayacağını anlayınca kapatarak yöneticilerini tutuklattı.. Sendikal hak ve özgürlüklerin tanındığı mutlu tablo bir yıl bile sürmemişti. İşçi örgütlerinin denetim altında tutulması devlet politikası haline dönüşmüştü. O sıralarda kurulan Çalışma Bakanlığı aracılığıyla işçilerin devletin korumasında olduğu, sorunların çatışmalara yer verilmeksizin çözülmesi gerektiği düşüncesi empoze ediliyordu. 1947 tarihli ilk Sendikalar Kanununda grevsiz sendika hakkı tanınıyor, sendikaların siyaset yasaklanıyordu. 1950'de işbaşına gelen DP iktidarının da işçi haklarına bakışında da engelleme hakimdi. Siyasi iktidara yakın durmayan sendikalar üzerindeki baskılar arttırıldı.. Hak aramanın bu denli güçleştiği yıllarda işçi sınıfı örgütlü mücadele azmini hiç yitirmedi. Tekstilden çimentoya, liman işçilerinden tramvay işçilerine kadar birçok işyerinde ücret artışı ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için mücadeleler sürdü gitti. 1947'den 1960'lara kadar sendikalarda, siyasi partilerde, üniversitelerde grev hakkı tartışıldı. İşçilerin her türlü engele karşı süren mücadelesi bunu gerektiriyordu. Grevsiz sendika hakkı, "bir ayağı kesik ata benziyordu, at sürekli aksamaktan ilerleyemiyordu."Aynı dönemde işsizliğe, geçim sıkıntısına, işten çıkarmalara karşı çeşitli eylemler yapıldı. Bu yıllarda hakların elde edilmesine karşı yapılan eylemler işten çıkarmayla cezalandırıldı.. 1952'de, Amerikalı sendikacıların etkisiyle Türk-İş adıyla yeni bir konfederasyon kurularak sendikaların merkezileşmesi sağlandı.. Konfederasyon, çalışma yaşamıyla ilgili olsa dahi siyasi konularla ilgilenmiyor, yalnızca ekonomik haklarla ilgilenmeyi tercih ediyordu. Ancak, işçilerin hak ve çıkarlarını bütünüyle savunabilen sendikalara gereksinim artıyordu. 1960'lara gelindiğinde işçi sınıfının hak ve özgürlükleriyle ilgili istemleri sürekli genişledi. 1960'ta yapılan Saraçhane Mitingi, o güne dek görülmemiş büyüklükteki siyasal ve sosyal içeriğe sahipti. Bu dönemdeki işçi eylemleri, işçi haklarının 1961 Anayasasıyla genişletilmesinde etkili oldu.. Ardından sendika hakkının geniş biçimde, grev ve toplu sözleşme hakkı ise ilk kez yer aldığı 1961 Anayasası kabul edildi.. İşçi örgütleri, toplu işten çıkarmaların durdurulması, işverenlerin anayasada ve yasalarda işçilere sağlanan haklara uyması, sendika seçme özgürlüğünün tanınması gibi ekonomik ve demokratik taleplerle anayasal haklarına sahip çıkmaya başladı. Yürüyüşler, mitingler ve grevler durmaksızın sürdü. 1963'te, yeni anayasanın çerçevesinin gerisinde de olsa sendika, grev ve toplu sözleşme yasaları kabul edildi. İşçi hareketi genişliyor, sendikalı işçi sayısı artıyordu. İşçi sınıfının yükselen etkinliği, Türk-İş'in gittikçe merkezileşen yapısını, ücret sendikacılığına sıkışmış anlayışını aşan olgunluğa ulaşıyordu. 1966'da Paşabahçe'de süren grevde yol ayırımı netleşti. Konfederasyonun grevi bir an önce bitirme çabalarına karşın kimi sendikalar, grevin devamına karar vererek, 14 yıldır süren sendikal anlayışı sorgulamanın son noktasını koydular. Konfederasyondan ihraç edilen sendikalar yeni bir sendikal anlayışa giden adımı atarak DİSK'i kurdular. Artık işçi sınıfı açısından yeni bir umut vardı. Sendikal hak ve özgürlükleri ekonomik, demokratik ve siyasal haklarla birlikte düşünen ve sınıfın genel çıkarları için aktif mücadele veren yeni konfederasyonun üye sayısı zaman içinde hızla arttı. 1961 Anayasası'nın sağladığı hak ve özgürlüklerle olanakları artan işçi hareketi ve onun elde ettiği demokratik kazanımlar sermaye kesimini rahatsız ediyordu. DİSK üzerinde sürekli ve sistemli saldırılar başladı. 15-16 Haziran Direnişi'ne neden olan yasa değişiklikleri, sendikalara baraj getirerek, üyelikten ayrılmaları noter koşuluna bağlayarak, özel kesimde ve küçük işyerlerinde örgütlü DİSK sendikalarını bitirmek amacıyla hazırlanmıştı. Ancak iş o denli kolay değildi ve işçi sınıfının 2 gün süren kararlılığı bunu kanıtlamıştı. 12 Mart 1971'de ikinci manevra yapıldı. Sıkıyönetimin ardından DİSK kapatılmadı ama, birçok sendikacı ve işçi tutuklandı. Siyasi iktidar kendi denetimi dışında hak arama mücadelesi istemiyordu. Yoğun baskılar nedeniyle 1971-1973 arasında DİSK'in faaliyetlerinde gerileme gözlendi. 1973-1980 döneminde sendikal hakların kullanılması ve sendika seçme özgürlüğü bakımından patlama yaşandı.. Uzun süreli ve kitlesel grevlerle, DİSK öncülüğünde gerçekleşen "Faşizmi İhtar Eylem" gibi demokratik içerikli eylemlerle işçi hareketinde belirgin bir siyasallaşma yaşanıyordu. 1980'de sendikalı işçi sayısı 1.5 milyona ulaşmıştı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi tüm hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sendikal hak ve özgürlüklerde de tam bir dibe vuruştu. Zorbalık ortamında tokmağın ilk dokunduklarından biri de DİSK'ti. Açılan davalar yaklaşık 12 yıl sürecek , dünyada geniş yankılar uyandıracak, geride binlerce sayfalık yargılama dosyaları ve utanç tablosu bırakacaktı. Darbenin kapatmadığı sendikalar da vardı. Bunlara üye işçiler için tarihsel sorumluluk yüklü zor ama mücadele edilmesi gereken bir dönem başlıyordu. 1982 Anayasası ile geçmişin, özellikle 1961 sonrasının hesabını sorarcasına geniş yasaklar getirildi. Sendikal haklar, grev ve toplu pazarlık hakkı alabildiğine sınırlandı. 1983'te çıkarılan yasalar ise anayasanın yasak ve sınırlamalarını kesin çizgilerle kalınlaştırıyordu. Sendikal hakların kullanımı bir süre sembolik düzeyde kaldı.. Kapatılmayan sendikalar yarı işlevli haldeydi. Zor koşullarda bağımsız almayı hedefleyen ve zorbalıkla örgütlerinden koparılmış işçileri toparlayacak Otomobil-İş gibi sendikalar, emekçi kesimler için sendikal hakların kullanılmasının umuduydu. 1987'lere doğru işçi sınıfı, yıllardır elinden alınmış haklarını kullanma konusunda kararlı tutuma girdi yeniden. Yavaş yavaş grevler, ve protesto eylemleri yükseldi. Sözleşmeleri yaklaşan Türk-İş'e üye kamu işçileri ayağa kalkıyordu. 1989-1991 dönemi işçi sınıfı açısından 7 yılın kayıplarını onarmanın adıydı artık. Ardından, gelişen kamu çalışanlarının sendikal mücadelesi de bu hıza ivme kattı. Sokaklar temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkanların sesiyle doluyordu. Memur hareketi kendi meşru temelinde günümüze dek uzanan kazanımları hazırlıyordu. İşçi kesimi sendika yönetimlerini değiştiriyor, siyasi iktidara mesajlar gönderiyordu. DİSK'in yeniden faaliyete geçmesi ile bu trend olabildiğince yükseldi. 1991'den bu güne geçen 7 yıl ise, alanlarda kitleselleşen 1 Mayıslarla, kimi zaman yerel düzeye sıkışıp kalan grevlerle, kimi zaman gelişen sınıf hareketiyle bütün güçlüklerle varolmanın ve umudun adıydı. 1995'te anayasada, izleyen yıllarda yasalarda yapılan değişikliklerle kamu çalışanlarına sendika hakkı tanınmak zorunda kalındı. Bu gün,çalışma yaşamıyla ilgili yasalarda yapılan kimi değişiklikler olumlu adım olarak görülse de sendikal hareketin önündeki asıl yasal engeller yerli yerinde durmaktadır. Sermayenin kendini yeniden yapılandırdığı, sistemin kaçınılmaz ürünü krizlerin dünyayı sardığı bir öncekinden farklı bu dönemde işçi hareketi karşısında daha da ağırlaşan sorunları ve engelleri bulsa da sendikaları aracılığıyla çözümleri de üretme, sınıf olarak birlikte yol alma geleneğini sürdürmeye kararlı görünüyor. 75 yıllık işçi hareketi ve sendikacılık tarihimiz inişli çıkışlı seyir izleyen gelişmelerin toplamıdır. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinde iktidarların büyük bölümü işçi sınıfının hak ve çıkarları için ortaya çıkmasına otoriter ve sert bakmışlardı. Bu bakış sınıfsaldır. 75 yılın bize gösterdiği, sınıf hareketinin yer yer soluğu azalsa da hiçbir zaman tükenmeyeceği, hak ve özgürlükleri korumada ve yenilerini elde etmede bütün olanaklarını zorlayacağı yönündedir. Özgür, onurlu, emekten yana günlerin yaşanacağı yeni 75 yıllar dileğimizle... |
Cumhuriyeti
Anlamak (Birleşik Metal-İş Gazetesi Sayı 122) gündem - 75. YILDA UNUTULANLAR 75. YILIN ARDINDAN
|
Gazetemiz Kitaplar Eğitim Notları Broşür Afişler Basın Açıklamaları
İlksöz Tarihçe Güncel 2000'lere doğru Etkinlikler İdari Yapı Üst Kuruluşlar
Son güncelleme tarihi 1 Aralık
1998
Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından hazırlanmıştır
birmet@ibm.net