MAI KARŞITI ÇALIŞMA GRUBU  -     BÜLTENLER

10.12.1999

SEATTLE RAPORU

Türkiye MAİ ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubunu temsilen 20 Kasım – 4 Aralık 1999 tarihleri arasında katıldığımız WTO 3. Bakanlar Konferansını izleme ve protesto eylemlerine ait gözlem, bilgi, değerlendirme, yorum ve sonuçların bir rapor haline getirilerek kamuoyuna duyurulması ve Bakanlar konferansına katılan Diplomatlar ile konferans ve protesto gösterilerini gazeteci gözü ile izleyenler dışında süreci son iki yıldır Türkiye de en yakından izleyen Grubumuzun da izlenimlerinin topluma aktarılmasını önemlive yararlı buluyoruz. Bu çalışmanın önümüzdeki dönemde daha da kızışacak olan mücadele sürecine ışık tutacağına ve ileriye dönük stratejilerimiz ve söylemlerimizin belirlenmesine, tartışmalarımızın doğru zeminlerde derinleşmesine yardımcı olacağına inanıyoruz.

Türkiye MAİ ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu – SEATTLE DELEGASYONU (GAYE YILMAZ, SELİM YILMAZ)

ABD’li WTO yandaşlarının toplantı öncesi hazırlıkları:

Gerek sermaye ve gerekse dünya halklarınca yaklaşık 10 aydır sürdürülen birbirine tümüyle karşıt WTO 3. Bakanlar Konferansı hazırlıkları son haftaya girildiğinde yani 20 Kasımdan itibaren daha da hızlanmıştı. Sermaye cephesinde ABD’deki bütün ulusal TV kanalları toplantıya önemli yer verip; işveren grupları ve Hükümet temsilcileri ile birbiri ardı sıra ropörtajlar yaparken, özel ve ulusal Üniversitelerin küreselleşme taraftarı akademisyenleri de özellikle lise ve üniversite öğrencileri için brifingler düzenleyerek Millenium Round gündeminin Amerikan toplumu için ne kadar hayırlı olacağını, bu söylem dışında duyacakları hiçbir şeye inanmamaları gerektiğini empoze etme yarışındaydılar.

Bu bilgilendirme toplantılarında en çok altı çizilen konular: GATT anlaşmasının gümrük tarifelerinin kademeli olarak azaltılması konusunda çok başarılı olduğu ancak, bu süreçte ( 1947-1995) devletlerin bu kez de tarife dışı önlemler (çevresel ve sosyal kısıtlamalar gibi) alarak dünya küresel ticareti önüne engeller çıkardığı ve kendi ekonomilerini bir şekilde korumaya devam ettikleri -bu gelişme ile GATT’ın sadece bir anlaşma olması, kesin yaptırımlarının bulunmaması dolayısıyla başa çıkamayacağı düşünelerek - için DTÖ (WTO) gibi yaptırım gücüne sahip, çok daha kapsamlı bir gündemle çalışabilecek bir örgüte ihtiyaç duyulduğu, çeşitli art niyetli STK’ların DTÖ’yü anti-demokratik bir yapı olmakla suçladığı ancak tüm kararlarını konsensus yöntemiyle alan ve tek bir üye devletin bile ikna olmaması durumunda karar alamayan bir işleyişi anti demokratik bulanların önce kendi demokrasi anlayışlarını gözden geçirmeleri gerektiği ve DTÖ’nün aslında sadece Devletlerin bir araya gelmesine ve ortak kararlar almasına yardımcı olan bir platform olduğu, dolayısıyla DTÖ’nün bizzat kendisine herhangi bir suçlama yöneltilmesinin mümkün olmadığı, bu suçlamaların asıl adreslerinin ulus devletler olacağı ve Devletler de yönetimlerini demokratik seçim mekanizmaları ile belirledikleri için demokrasi dışı hiçbir durumun otomatik olarak söz konusu olamayacağı ve son olarak ta gençlere kısa bir süre içinde Seattle’da yoğun sokak protestolarına tanık olacakları ancak artık konunun esasını öğrendikleri için duyduklarına inanmamaları gerektiğiydi. Ancak bu brifinglerde gerçek Demokrasinin ne olduğu hiç sorgulanmadı ve WTO içerisindeki sermaye hakimiyeti, IMF ve Dünya Bankası üzerinden yapılan şantajlar ile G7’ler arasındaki gizli kapalı salon toplantılarından hiç bahsedilmedi.

Hükümet temsilcileri ise başta tarımda tam liberalizasyon olmak üzere hizmetler ve elektronik ticaretine ilişkin gündem maddelerinin Amerikan ekonomisi için yararını, istatistiksel verilerle ortaya kaymaya çalıştılar. Aslında bu söylemler kendi içinde çok ciddi çelişkiler de barındırıyordu. Çünkü özellikle ABD’nin DTÖ Büyük elçisi Charlene Barshefsky ve diğer Ticaret ve Hizmet ticareti yetkilileri bir yandan sürekli olarak korumacı eğilimlerin küresel ekonomiye ne kadar zarar verdiğini anlatırken, diğer yandan da dünyanın kalan bölümünü ve hatta ülkenin çoğunluğunu yok sayarak sadece ABD tekellerine ne gibi yararlar sağlayacaklarını anlatmaktaydılar. Kısaca ifade etmek gerekiyorsa Korumacılığa şiddetle karşı çıktıklarını söyleyen küreselleşme yandaşlarının tek bir amacı vardı. O da Ulusötesi tekellerin çıkarlarını koruma altına almak. Bu anlatımlar sırasında ilginç bir veri de ABD’deki hizmet ticaretinin (aralarında Bilgi-İletişim, Telekomünikasyon, Enerji, Bankacılık, Sigortacılık, Sağlık, Eğitim, Kültür ve daha onlarca işkolunu içine alan) toplam ülke ekonomisinin %75’ine tekabül ediyor olmasıydı. Elektronik Ticaretine önem verilmesinin ardında ise, hali hazırda ticaretin vergisiz olarak yapıldığı Internet üzerinden satışların son bir yılda olağan üstü bir artış göstermesi ve çok yakın bir tarihte bu işlemlere diğer devletlerce vergi uygulamasının başlatılabileceği endişeleriydi. Bu anlaşma WTO’dan geçirilecek olursa Internet ticareti ilelebet vergisiz hale getirilecek ve az gelişmiş ülkeler bundan sonrasında geri adım atamayacaklardı (Stand still- yapılan anlaşmalarda geri adım atılmasına izin vermeyen WTO ilkesi). Tarıma ilişkin madde ile ilgili olarak ta sürekli olarak genetik değişikliğe uğratılmış gıda ürünlerinin (söylendiği gibi) bir frankeştayn olmadığı tekrarlanıyordu.

WTO Karşıtlarının Hazırlıkları:

Başta ABD ve Kanada’lı STK’lar olmak üzere dünya halklarının toplantı hazırlıklarıysa, bir yandan 30 Ekim’de ABD’nin Kuzey Doğusundan başlayan PGA Karavan Eyleminin uğradığı her durakta kitlesel katılımlarla desteklenmesini sağlarken, diğer yandan Seattle içinde Medya, Sağlık ve Hukuksal yardımlar alanında gerekli altyapı oluşturuluyordu ve dünyanın dört bir yanından gelen STK temsilcilerinin karşılanma ve konaklama sorunları çözümleniyordu. Ayrıca son dakika gelişmeleri ile toplumlardan ve az gelişmiş Devletlerden gizli yürütülen Green Room toplantıları ve gizli raporları ele geçirip, teşhir etmeye yönelik çalışıyorlardı. Bu bağlamda, Avrupa-Friends of the Earth Grubu 29 Kasım günü Avrupa Komisyonunun AB Hükümetlerinden bile gizlediği bir raporu ele geçirdi. Raporda, Avrupa Komisyonu, Japonya, Macaristan, G. Kore, İsviçre ve TÜRKİYE’nin imzaları bulunuyor ve AVRUPA BİRLİĞİNİN, bu ülkelere kabul ettirdiği hükümler yer alıyordu. Raporun hazırlandığı format ise tam olarak bir Bakanlar Konferansı kapanış deklarasyonu biçimindeydi. Ya da başka bir deyişle, toplantı başlamadan sonuç deklarasyonu hazırlanmış, emrivaki için gerekli alt yapı tamamlanmıştı. Hatta raporun GENEL HEDEFLER başlığı altında, WTO’nun kuruluşundan bu yana ilk ve en ciddi sıkıntıyı 1997-1998 dünya Finans Krizi sırasında yaşadığı, kriz sırasında gerek olaydan doğrudan etkilenen ülkeler ve gerekse onların dünyadaki ticari partnerlerinin Örgütün kuruluş ilkeleri arasında yer alan ayrımcılık karşıtı prensipler (non-discriminatory rules) ile buna dayalı ticaret sistemini korumak için direnmek zorunda kaldıkları ve WTO üyelerinin bundan sonra da her türlü korumacı önlemi reddetmeye devam ederek çok taraflı kurallara dayalı bir ticaret sistemini en etkin şekilde koruyacaklarına ilişkin taahhütleri yer alıyordu. Bu bölümde ayrıca üyeler dünya ticaretinin daha fazla liberalize edileceği ve bu liberalizasyonun etkin bir uyuşmazlık çözüm mekanizması (Uluslar arası Tahkim) ile destekleneceği de belirtiliyordu.

RAPORDA YER ALAN DİĞER HAYATİ KONULAR:

  1. A.B. ve diğer WTO tarafları, Bio-Teknolojik üretim konusunda Seattle’dan (Acil bir Çalışma Grubu Kurulması) kararının çıkarılmasını planlıyorlardı. Oysa A.B., daha önce bu konunun Birleşmiş Milletler bünyesindeki Biyolojik Güvenlik Protokolü çerçevesinde ele alınması ve en azından yoksul güney ülkelerine genetik değişikliğe uğramış gıda ürünlerinin ithalatında sağlık ve çevre kontrollerini yapma hakkının tanınması konusunda ısrar ediyordu. Şimdi ise, meselenin WTO’ya getirilmesi ile ABD ve genetik değişikliğe uğramış gıda üreten ulusötesi tekellere, ürünlerini pazarlayacakları ülke hükümetlerine baskı yapma hakkı tanınacaktı. Bu arada İngiltere yukarıda belirtilen ülkelerin sözkonusu çalışma grubunun kurulması konusunda A.B. tarafından ikna edildiklerini yalanlayan bir açıklamada bulundu. Ardından da Avrupa Komisyonunun, bu raporu AB Hükümetlerinin bilgisi dışında hazırladığı ve 15 üye ülkenin hiç birinin raporda yer alan kararlarda mutabakatının olmadığı ortaya çıkarıldı. İngiltere’nin açıklaması ve diğer AB Hükümetlerinin tepkilerinin ulaşması ile A.B. hükümetleri ve A.B. Komisyonu arasındaki çatlağın daha da büyüyeceği netleşti.
  2. Raporda, A.B. ve diğer imzacı taraflar müzakerelerin en kapsamlı şekilde yapılması ve tüm tarım dışı (sanayi) ürünleri de kapsaması konusunda mutabakata varmışlardı. A.B., diğer imzacı ülkeleri yatırımların WTO kapsamına alınması konusunda da ikna etmiş böylece bir yıl önce bittiği düşünülen MAİ Anlaşmasının yeniden hayata geçirilmesi öngörülmüştü.
  3. Tarıma verilen destekler ve korumacı önlemler uzun dönemde (! Uzun dönem için belli bir süre belirtilmiyor) fakat büyük ölçüde azaltılacak ve buna ilişkin yeni kural ve prosedürler geliştirilecekti. Piyasaların tam ve kapsamlı tarım ticaretine açılması sağlanacak, her ne çeşit olursa olsun tarım ihracat destekleri azaltılacak ve tarım ticaretini kısıtlayan iç desteklemeler daha da kısıtlanacaktı.
  4. Hizmetler sektörünün serbest ticarete açılması konusunda Devletler arası ikili, çoklu ya da çok taraflı yaklaşımlardan biri seçilebilecek, taraf ülkeler bu alandaki özel taahhütlerini 1 Temmuz 2000 tarihine kadar ve tekliflerini ise 15 Aralık 2000 tarihine kadar bildirecekti. Bu bağlamda hizmetler sektörünün en geniş kapsamı ile ele alınması öngörülüyordu.
  5. Tarım-dışı (sanayii) ürünleri alanında dünya piyasalarının daha da serbestleştirilmesi konusundaki maddenin de en kapsamlı şekilde olacağının belirtildiği raporda sanayii ürünlerinin ticaretini kısıtlayan tarife dışı engellerin (teknik düzenlemeler, ihracat kısıtlamaları ve ihracat vergileri gibi) önemli oranda azaltılacağı belirtiliyordu.
  6. Doğrudan Yabancı Yatırımlara ilişkin maddede ise yabancı yatırımcılara ayrımcılık yapılmaması, mevcut DTÖ kural ve uygulamalarında yer almayan ve yatırımlara zarar verebilecek uygulamalardan vaz geçilmesi, ve yatırımcılar ile yatırımlarının korunmasına ilişkin hükümlerin vaaz edilmesi yatırımları korumaya yönelik bütün hükümlerin yatırımın kuruluş aşaması için de geçerli olması (MAI’dekinin aynı) öngörülüyordu.
  7. Hükümet Satın Almalarında şeffaflık adı altında ele alınan maddenin yeni müzakerelere dahil edilmesini öngören paragrafta Hükümetlerin gerek mal ve gerekse Hizmet alımlarının WTO içersinde çok taraflı kurallara bağlanması kabul ediliyordu.
  8. Emekçilerle ilgili olan bölüm ise tamamen temenniler ve Singapur Bakanlar Konferansında yer alan hiçbir bağlayıcılığı olmayan paragraflardan ibaretti. Tek değişiklik ise DTÖ ile ILO temsilcilerinden oluşacak bir “ticaret, küreselleşme ve emek çalışma grubu” na destek verilecek olmasıydı. (Muhtemelen ILO’nun sendikaları yatıştırmasını sağlamak amacıyla. Şu anda böyle bir grup olmamasına rağmen, ILO Sendikalarla eğitim çalışmaları başlatmış, millenium round gündeminin gerekliliğini emekçilere anlatmak için programlar uygulamakta)

Bu tümüyle emrivaki, toplantı başlamadan sonuçlarını dayatan deklarasyon ortaya çıktıktan sonra, toplantının fiyasko ile neticelenmesini Tarım maddesinde AB ve ABD arasında çıkan uzlaşmazlığa bağlamak ise olsa olsa dünya kamu oyunu yanıltmak ve yanlış tarafa yönlendirmek amacı taşımaktaydı.

DTÖ- 3. BAKANLAR KONFERANSI HAFTASI ve PROTESTOLAR:

28 Kasım Pazar günü Labour Temple isimli AFL-CIO (Amerikan İşçi Sendikaları Federasyonu) konferans salonunda AFL-CIO ve Alliance For Democracy örgütlerince düzenlenen Neredeyiz, Nereye Gidiyoruz ve Demokrasi başlıkları altında tam günlük bir konferans yapıldı. Salonun görüntüsü Salı günkü mitinge katılım açısından umutları arttırdı. Çünkü yaklaşık 300 kişilik salonda en azından 600 kişi bulunuyordu ve içeri giremeyenler (ayakta duracak bile yer olmadığı için )caddede enternasyonel işçi ve özgürlük marşları söylüyorlardı. Toplantıya konuşmacı olarak katılan bir Üniversite Öğrenci Konseyi temsilcisi Eğitim ve Demokrasi başlıklı konuşmasında Amerika’da neredeyse tümüyle özelleştirilmiş olan Eğitim sisteminin bütün çarpıklıklarını aktardı ve kendi okulundan bazı örnekler vererek tespitlerini somutlaştırdı. Bu örneklerden en çarpıcı olanı ise Ormanlar dersine çok uluslu bir Kereste Şirketinin Yönetim Kurulu üyesinin Hoca sıfatı ile girmesiydi. Üniversite gençliği adına konuşan Panelist, temel taleplerini “ Halk için, halk tarafından, eşit, özgür, parasız ve demokratik bir eğitim sistemi” olarak tek bir cümle ile özetledi. Toplantının bir diğer ilginç bölümü ise AFD tarafından başlatılan ve halen devam eden bir çalışmanın sunulmasıydı. Çalışma bir Dünya Halk Parlamentosunun oluşturulmasını amaçlıyordu. (Ülkelerdeki Belediyelerin sivil halk kesimlerden oluşması ve bu belediyelerden seçim yöntemi ile Dünya Halk Parlamentosuna parlamenter gönderilmesi, eşit temsil mekanizması ve Dünya Parlamentosunun dünyada mevcut bütün kurum ve kuruluşların üstünde yetkilerle donatılması , burada alınacak kararların dışında hiçbir kararın hayata geçirilememesi gibi temellere dayalı bu çalışmanın dünyadaki sivil toplum örgütleri ile birlikte zenginleştirilmesi ve tamamlanması amaçlanıyor) Çalışmada, yürütme ve işleyişe ilişkin önemli unsurların göz ardı edildiği ve ciddi biçimde tartışılmaya muhtaç olduğu dikkat çekti.

29 Kasım Pazartesi günü Çelik İşçileri Sendikasının toplantı salonunda düzenlenen Küreselleşme ve SENDİKALİZM konulu panelde Sendikanın Başkanının yanı sıra Şili İşçi Sendikaları Federasyonu Başkanı, Brezilya’dan bir akademisyen ve Ghana Metal ve Maden işçileri Sendikası Genel Sekreteri konuk konuşmacı olarak katıldılar. Panelistler kendi ülkelerinde yaşanan emekçi hakları ihlallerinden örnekler vererek bu örnekleri küreselleşme ve özellikle de ulus ötesi şirketlerle bağlantılandırdılar. Şili’li Sendika Başkanı Amerikan Çelik işçileri sendikası ile son iki yılda geliştirdikleri dayanışma ve işbirliği sonucunda elde ettikleri kazanımları anlatırken toplantı salonu alkış ve sloganlarla inliyordu. Aynı gün, saat 12.00-14.00 arasında bir Öğrenci yürüyüşü, Çevre ve İnsan Sağlığı konulu bir atölye çalışması ve gece de Seattle Exhibition Center’da WTO delegeleri için Microsoft tarafından düzenlenen resepsiyonu protesto etmeyi amaçlayan bir gösteri yapıldı. Bu gösterinin düzenlenmesinin en temel sebebi ise resepsiyonun delege başına maliyetinin akıl almaz boyutta astronomik bir bedele tekabül etmesiydi. Özellikle protestocu grupların ABD’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden büyük fedakarlıklar karşılığı gelmiş ve çok zor koşullarda kentte kalmayı göze almış yoksul ya da dar gelirli halklardan oluşması bu abartılı akşam yemeğine duyulan tepkinin daha da yoğunlaşmasına sebep olmuştu. Şiddetli yağmur ve rüzgara rağmen Bina önünde biriken kalabalık, yaklaşık 1 saat süren gösteri sırasında hep bir ağızdan bir kızılderili ağıtı söyleyerek seslerini Exhibition Center’a ulaştırmaya çalıştılar.

30 Kasım günü sabah saat 06.00 dan itibaren Convention Center’a (WTO toplantısının yapıldığı gökdelen) çıkan bütün cadde ve sokakların başlarında öğrenci grupları, köylü ve çiftçiler ile People Global Action isimli grup üyelerinin birikmiş olduğunu saat 08.30’da gördük. Eylemciler herhangi bir barikat kurmamışlar, sadece kimi zaman yerlerde oturarak, kimi zaman ayakta ama Toplantı Merkezine geçişi kesme amacıyla toplanmışlardı. Saat 09.00 dan itibaren otellerinden ayrılıp Merkeze doğru ilerlemeye çalışan bütün delegeler otellerine geri dönmek zorunda bırakılıyordu. Bu eylem sırasında hiçbir fiziksel tacizde bulunmamaya büyük özen gösteriliyor, hatta yaklaşan delegeyi hiç fark etmemişler gibi davranarak delegenin yöneldiği tarafta kümeleşiyorlardı. Delegeler de bu oyunu gördükleri için hiçbir şey yokmuş gibi aralarından geçip gitmeye çalışıyorlardı fakat saat 15.00 e kadar bunu başarabilen tek bir WTO delegesi bile olamadı. Bu sessiz savaşın küçücük, park içlerindeki patikalarda bile gerçekleştirildiğine tanık olduğumuzda ise özellikle öğrencilerin kendi iç örgütlenmelerine hayran olduk. Asıl büyük yürüyüş ise yine Down Town Seattle’daki Memorial Stadium’un içinde ve dışında biriken on binlerce insanın saat 12.30 dan itibaren bir çığ gibi büyüyerek Toplantı Binasına doğru harekete geçmesi ile başladı. 50 bini aşkın işçi grubu içersinde Marshall, Teamsters işçileri, AFL-CIO ve Çelik İşçileri Sendikası üyeleri, Otomobil İşçileri Sendikası, Kanada Sendikaları, Öğretmen Sendikaları, Sağlık Emekçileri Sendikaları, Ağaç İşçileri Sendikası ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş çeşitli Sendika delegasyonları (başta Fransız CGT olmak üzere) bulunuyordu. Saat 15.00 den itibaren Polis baskısı ile nöbet tuttukları bölgelerden ayrılmak zorunda kalan, ama buna rağmen 30 Kasım günü en önemli eylemi muazzam bir inat ve başarı ile noktalayan öğrenciler, köylüler ve PGA üyelerinin de katılımı ile 100 bini aşan bir çığ haline geldi kitle. Zaten çıkarılan arbede de bu kitleden gözü korkan kesimlerin toplantının devam edeceği diğer günleri garantiye almak amacıyla öncüleri kesmek ve ılımlılara göz dağı vermek için kasıtlı olarak yarattığı bir terörden başka bir şey değildi. Bu yorum, arbedenin tam ortasına düşen ılımlı ABD vatandaşlarının gözlemlerinden aktarılmaktadır. Tek suçu bir araya gelmek olan ve aslında dağılmak üzere olan kitleler üzerine ve hiçbir ön ikaz ya da uyarıda bulunmaksızın çok yakın mesafeden gaz spreyi boşaltan polis, hiç ara vermeden bu kez ardı ardına biber gazı bombalarını patlatmaya ve plastik kurşunlarla kitleyi geri püskürmeye çalıştı. Canı yanan geri çekiliyor, olayı görüp henüz yaralanmamış olanlar ise Polisin elindeki ağır joplara hedef oluyordu. Kuşkusuz bu arada tepkiyle mağaza camlarını kırmaya yönelen gençler de oldu. Bu münferit olaylar ise “Seattle’daki masum vatandaşların ve mülk sahiplerinin haklarının protestocular tarafından ihlal edilmesi” şeklinde yorumlanmasına ve bu demokrasi mi ? şeklinde anlaşılmaz tartışmaların gündeme getirilmesine ortam hazırladı. Ancak bu yaşanan durumu anarşi ve terör olarak göstermeye çalışan ABD yetkililerine en güzel cevap bir Sosyoloji Profesöründen geldi. Bir ulusal TV kanalında yaptığı ropörtajda, dünya tarihinde hiçbir sosyal kazanımın barışçı eylemlerle elde edilemediğini tarihten çeşitli örnekler vererek açıklayan Profesör, Seattle’da yaşananların bir anarşi ya da terör olarak değerlendirilmesinin mümkün olamayacağını, hele ki Convention Centre’da imzalanmaya çalışılan ve dünyayı tüm halklar için bir cehenneme çevirecek anlaşmalar sonrasında ortaya çıkacak terör göz önüne alındığında birkaç tane mağaza camının kırılmasının bahis konusu bile edilmemesi gerektiğini anlattı. Kentin belli bölgelerinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı saat 19.00 da başlayacağı halde Polis terörü, tutuklamalar (sokaktan adam toplamak şeklinde ve adeta olağan üstü hal deklarasyonunu kendiliklerinden erkene alarak) yoğun gaz bombası kullanımı arttırıldı.

Bu kaos yaşanırken Kent sağlık ekiplerinden hiçbir destek göremeyen yaralılara tek destek “Sınır Tanımayan Doktorlar” dan geldi. Down Town- 3. Caddedeki (Polisin saldırdığı noktaya 300 metre mesafede) Alternatif Medyanın Merkezi de kapılarını bu insanlara açtı ve başta Hukuki koruma olmak üzere büyük bir destek sundu. Merkezden olmayan insanlara o gece birlikte, aynı salonda kalabilecekleri (70’i aşkın insan ve yaklaşık 250 metrekare büyüklüğünde, tek bir tuvaleti olan bir salon) önerisinde bulunuldu, ancak mutlaka gitmek zorunda olanlar için tek bir müsait çıkışın bulunduğu ve 4’er kişilik gruplar halinde binadan ayrılmalarının daha doğru olacağı anlatıldı ve Polis tarafından alınırlarsa ne tip haklara sahip olduklarını anlatan bir broşür ile arayabilecekleri avukatların (ücretsiz) adresleri verildi.

1 Aralık günü, beklenen olmuş, ılımlı kesimler kapalı salon toplantılarına yöneltilmiş sokaklar boşaltılmıştı. Delegeler Polis tarafından kurulan barikatlar arasından “en emniyetli şekilde” toplantılara girerken bir gün öncenin İşçi Grupları Liderlerinden şiddete karşı oldukları, barışçı eylemden yana oldukları ve 30 Kasım teröründe orada olmadıklarını, hatta kınadıklarını belirten basın açıklamaları geliyordu. Gençler ise tutuklanan arkadaşlarının haklarını aramak ve temel-ortak hedef olan WTO toplantısını bloke etmek amacından hiç vazgeçmediler. 30 Kasım günü ılımlı, “dürüst ticaret” sloganını kendilerine şiar edinen gruplar ve sendikalar neyse ki 2 Aralık günü tekrar, işçi gruplarının da geniş katılımı ile ve bu kez öğrencilerinkine daha yakın sloganları hep birlikte sahiplenerek sokaktaydılar. Tutukluların götürüldüğü King County hapishanesinin çevresi onbinlerce insan tarafından sarıldı ve eylem, günlerce (bugün hala devam ettiğini öğrendik) geceli gündüzlü devam ettirildi.

SLOGANLAR VE KATILIMCI GRUPLAR ARASINDAKİ HEDEF FARKLILIKLARI

Mitinglerde en çok dikkat çeken boyut katılımcı profilinin çeşitliliği oldu. Bu çeşitlilik zaman zaman çıkar çevrelerince ve Medya tarafından kamu oylarını yanıltma amacıyla kullanıldı. Egemen Medya, eylemleri tek boyutlu ve sadece WTO’ya ve Haksız Ticarete karşı gibi göstermeye çalışırken özellikle belli pankartları ve sloganları yok sayıldı.

Yok sayılanlar :

  • Halklar bütündür ve asla bölünmeyecektir
  • Sokaklar bizimdir
  • Tutukluları serbest bırakın, WTO’yu tutuklayın
  • Halklar özgürdür, Halklara özgürlük
  • Kapitalizm Reform edilemez
  • WTO gitmek zorundadır
  • Bu anarşi değil, demokrasidir
  • Ne İstiyoruz? Adalet.
  • Ne zaman istiyoruz? Şimdi.
  • (Polise dönerek)  Sizin patronunuz kim ?
  • (Cevap vererek) Biziz, biz halkız.
  • (Askerlere) *Yeriniz burası, bizim yanımız, siz de halksınız. derken,

Medyada yer alanlar :

  • Serbest Ticarete Hayır, Dürüst Ticaret istiyoruz
  • WTO’yu değiştireceğiz, reform edeceğiz
  • Kaplumbağalar konuşamaz, onun için biz buradayız
  • Önce Tibet’e özgürlük, ancak ondan sonra ticarete özgürlük
  • WTO işçiler ve aileleri için çalışmayacaksa hiç olmasın
  • Demokrasi ve halk katılımı istiyoruz
  • Temsil ve katılım yoksa, WTO da yok
  • Tarım sadece bir ticaret aracı değil, aynı zamanda bir kültürdür

Diyorlardı.

Kuşkusuz bu sloganlar ortak bazı talepleri de içeriyordu. Ama önemli bir bölümü yok sayıldı ve kamu oyuna hiç aktarılmadı.

Ancak, işçi grupları arasında küçük bir topluluk vardı ki, bambaşka bir dilde sloganlar attığı halde kitleleri sürükledi ve coşkuyu doruğa taşıdı. Bu 16 kişiden oluşan grup Fransız Sendikal Hareketinin öncüsü olan CGT Sendikası temsilcileri ve üyelerinden başkası değildi. Belki yüzlerce kez tekrarladıkları ve “Hep Birlikte” anlamına gelen tempolu slogan, kitleler arasında dalga dalga yayıldı ve Amerikalılar tarafından da defalarca tekrar edildi. Bu arada yine CGT’lilerin Fransızca olarak başladıkları Enternasyonal marşı, Amerikalıların ve diğer ülke gruplarının da katılımı ile hep bir ağızdan söylenir duruma geldiğinde dilleri farklı, kültürleri farklı bu kitlelerin tek bir amaç çevresinde birleştiği görülebiliyordu.

3 ARALIK AKŞAMI VE WTO 3. BAKANLAR KONFERANSININ FİYASKO İLE DAĞILMASI:

Önce 4 gün 4 gece aralıksız süren protesto eylemleri, ardından STK’ların 2 yıldan bu yana yürüttükleri ulusötesi şirketleri ve küresel kurumlarını teşhiri amaçlayan çalışmaları sonrasında halklarının gözünde vatan haini konumuna düşmekten korkan ve aynı zamanda kendi ulusal sermayesinin de baskılarına hedef olan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke delegasyonlarının belki de tarihlerinde ilk kez ulusal çıkarlarını korumaya dönük bir kararlılık göstermeleri sonucunda WTO Millenium Round toplantısı tam bir fiyasko ile sonuçlandı. Tek bir ortak deklarasyonun bile çıkarılamadığı kapanış bölümünde Ocak 2000’de bu kez Cenevre’de bir araya gelerek farklılıkları ve çelişkileri minimize etmeye karar veren Bakanlar, ardından birbirlerini suçlama yarışına girdiler. ABD’nin WTO Büyükelçisi ve aynı zamanda Ticaret Sözcüsü olan Charlene Barshefsky Tarım ve Hizmetlerle ilgili müzakerelerin 2000 yılının Ocak ayında Cenevre’de tekrar ele alınması konusunda mutabık kaldıklarını açıkladı. WTO Genel Başkanı Mike Moore ise bu sonucun moralleri bozmaması gerektiği ve dünya ticaretinin bundan önce de çeşitli kereler aynı sonuçla bittiği fakat birkaç yıl sonrasında aynı anlaşmaların imzalandığını belirterek yüreklere su serpmeye çalıştıysa da bütün delegelerin yüzünden durumun hiçte iç açıcı ve umut verici olmadığı görülebiliyordu. Moore, GATT sözleşmesine bağlı olarak 1982 yılında Cenevre’de başlatılmak istenen yeni bir Ticaret raundu girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığını ama dört yıl sonra 1986 yılında bu kez Uruguay ‘da düzenlenerek hedefe ulaşıldığını, 1990 yılında Uruguay raundu müzakerelerinin kesildiğini (Brüksel) fakat 1994 yılında bu raundu sonlandırarak WTO gibi güçlü bir Örgütün kurulabildiğini belirterek, milenyum turu için de umutlu olduğunun altını çizdi. (Örneklere bakılacak olursa katılmamak elde değil, demek ki toplumlara daha fazla iş düşecek bundan sonraki süreçte)

Toplantının başarısızlıkla sonuçlanmasında önemli bir paya sahip olan az gelişmişler bloğunun en görünür itirazı WTO’nun anti demokratik ve katılımcı olmayan işleyiş yapısı oldu. Özellikle 29 Kasım günü ele geçirilen ve AB ile Japonya’nın başını çektiği aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bloğun emrivaki ve gizli bir sonuç deklarasyonu hazırladıklarının ortaya çıkması ve Kasım ayının son 10 gününde Cenevre Merkez binada gerçekleştirilen “Green Room” toplantılarının kendilerinden gizli yapılmış olması ve tüm bunların kamu oyları tarafından da öğrenilmesi 3. Dünya Ülkelerini ciddi biçimde rahatsız etti ve daha Perşembe günü yeni bir anlaşmalar turuna hiçbir şekilde imza atmayacaklarını belirten ortak bir deklarasyon yayınladılar. Basında AB-ABD savaşı şeklinde yer alan fiyasko sonuç, aslında daha Perşembe günü netleşmişti ve AB’nin tarım desteklerini kaldırmak istememesi yüzünden toplantının dağıldığı iddialarının doğru olmadığı ise 29 Kasım günü ele geçirilen gizli nihai deklarasyon metninden açıkça anlaşılıyordu.

SONUÇ:

Öncelikle Sivil Toplum Örgütlerinin ve İnisiyatiflerin hiçbir şekilde rehavete kapılmadan ve zafer sarhoşluğu yanlışına düşmeden süreci tekrar yakın takibe alması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Mücadele henüz başlamış gibi bir görüntü vermektedir. Zafer sarhoşluğunu en fazla hak eden Üniversite Öğrencileri, Köylüler, İşçiler ve PGA eylemcileri olsa bile önümüzdeki süreç çok daha çetin geçeceğe benzemektedir. Unutulmaması gereken bir diğer konu da önümüzdeki süreçte 3. Dünya bloğuna her türlü baskı yapılarak, tavır değişikliğine zorlanacak olmalarıdır. Muhtemelen IMF, Dünya Bankası ya da suni ekonomik krizler v.b araçlar kullanılabilecek, gizlilik daha fazla arttırılacak ve toplumların bilgiye ulaşması güçleştirilecektir. Aynı zamanda böyle bir sonuç daha şimdiden küreselleşme yanlılarınca kullanılmaya başlanmış ve “Eğer WTO Şirketlerin yönetiminde bir Örgüt olsaydı bu toplantıda istenen gündem, sorunsuz bir şekilde çıkarılabilirdi. Demek ki WTO hakkında ortaya atılan iddiaların gerçekle hiçbir ilişkisi yokmuş” “ WTO’nun ne kadar demokratik bir yapıya sahip olduğu bu sonuçla bir kez daha ortaya çıkmıştır “ “WTO Büyükelçileri WTO’nun artık değişmek zorunda olduğunu anladılar. Küreselleşme bundan sonra halklarında söz sahibi olduğu bir süreç olacaktır.”gibi söylemler şimdiden yayılmaya başlamıştır. Ancak bu söylemlerin toplumlar lehine değişikliklere yol açacağına (MAİ ve Milennium Round süreçlerindeki gizlilik düşünüldüğünde) inanmıyoruz.

Saygılarımızla,

Türkiye MAİ ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu-SEATTLE Delegasyonu

 

İLETİŞİM:

Birleşik Metal-İş Sendikası

Tel: (216) 380 85 90
Fax: (216) 373 65 02
e-mail: birmet@ibm.net

Enerji Yapı Yol Sen. İst. Şubesi

Tel: (212) 212 94 25-26
Fax: (212)213 64 83

e-mail: eyysen@hitit.ato.org.tr

TMMOB – İst. iletişim

Tel: (212) 249 83 85
Fax: (212) 244 29 16
e-mail: tmmob@superonline.com

    e-mail: sykimdaksi@superonline.com
e-mail: turkiye-antimai@egroups.com

Ana Sayfaya Dönüş


Bu sayfalar Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından hazırlanmıştır.