II. ÇALIŞMA YAŞAMI
Toplumsal yaşamın en genel
çerçevesi, onun bileşenleri üzerinde de genel bir belirleyiciliğe sahiptir. O nedenle
toplumsal yaşamın işleyişini düzenleyen kurallar bütünlüğü, başka bir ifadeyle
nesnel ve öznel durum toplumsal yaşamın bileşenlerinin düzeyi ve derinliği üzerinde de son derece etkili olmaktadır.
Gelenek ve toplumsal alışkanlıklarımızın etkilerini bir yana bırakırsak, toplumsal
yaşamın en genel çerçevesi hukuk sistemimizde somutlanmaktadır. Bunun en somut
belgesi ise Anayasa’dır. Yasalar ise, bunu tamamlayıcı özel düzenlemelerdir.
Anayasa; toplumun ve devletin temel işleyişini, toplumla devlet, bireyle devlet
ilişkisini düzenleyen en temel kuralların en genel çerçevesini oluşturur. Bu
nedenledir ki; toplumsal yaşam üzerinde etkili ve yönlendiricidir. Toplumsal yaşamın
en önemli bileşeni olan ÇALIŞMA YAŞAMI da genel çerçeve olarak bu etki
altındadır.
Anayasamız, toplumsal yaşamın en temel kurallarını ve en genel çerçevesini
belirlemek yerine, toplumsal yaşama devletin karışma ve müdahalesini düzenleyerek
suskun bir toplum amaçlamıştır.
Çalışma yaşamı, toplumsal yaşamdaki her olumluluk ve
olumsuzluktan, her değişimden payını almaktadır. O nedenle karışma ve müdahale
çalışma yaşamını da doğrudan etkilemektedir.
Çalışma ilişkileri ya da endüstriyel ilişkiler, çalışma yaşamını ilgilendiren
ve onun üzerinde doğrudan ve dolaylı yoldan, olumlu ve olumsuz etkilerin karmaşık
bütünlüğünü ifade eder. Ülkemizde izlenen sosyal ve siyasal açılımlar
endüstriyel ilişkileri etkilediği gibi, onun çalışma yaşamının ihtiyaçlarına
yanıt verebilme kabiliyetini de yeterli veya yetersiz hale getirir.
Bugün için endüstriyel ilişkiler, çalışma yaşamının
ihtiyaçlarına yanıt verememektedir. Çünki; ülkemizdeki endüstriyel ilişkilerde
yapısal bozukluk vardır. Bu yapısal bozukluk; devletin, endüstriyel ilişkilere
karışması, müdahalesi ve emredici tutumundan, yasalardan ve siyasal iktidarın sosyal
ve ekonomik politikalarından kaynaklanmaktadır.
Endüstriyel ilişkiler açısından en büyük handikap bu yapısal bozukluk ve
giderilmesindeki çabaların yetersiz oluşudur. Çalışma yaşamını ve endüstriyel
ilişkileri özgürlüğe kavuşturmak, bu çarpıklığı ortadan kaldırmakla
olanaklıdır.
Endüstriyel ilişkilerdeki yapısal bozukluk, gelenek ve alışkanlıkların bu alandaki
etkileri, ülkemizdeki sanayileşme sürecinin yarattığı endüstri kültürü ve bu
kültürün kendi üst yapı kurumlarında olması gereken derinliğe ulaşamaması,
işverenlerde ve ücretlilerde farklı etkiler ve ilişkilerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır.
Bu genel durum, eşit koşullarda şekillenmesi gereken endüstriyel ilişkilerde
dengelerin bozulmasına yol açmaktadır. Sendikaları ve çalışanları olumsuz yönde
etkilemekte, konum kaybını beraberinde getirmektedir.
Sendikamız bu durumun ortadan kaldırılması, çalışma
yaşamı ve endüstriyel ilişkilerin tarafların özgür iradesi ile şekillenmesi için
aktif bir rol alacak, yaratıcı bir çalışma içinde olacaktır.
Başa
dön
1. İŞ
GÜVENCESİ
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı tarafından hazırlanarak 14.4.1995 tarihinde T.B.M.M. Başkanlığına sunulan
“1475 Sayılı İş Kanunu ile 2821 Sayılı Sendikalar Yasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı” yani kamuoyunda bilinen adıyla “İş
Güvencesi Yasa Tasarısı” Meclis ve kamuoyu gündeminin bilinemeyen sıralarına
atılmış görünmektedir.
Oysa ülkemiz için iş güvencesi en hayati konuların
başlarında yer alıyor.
Çünkü iş güvencesinin bulunmaması, ülkede yaşayan insanların, çalışma, kendi
maddi ve manevi varlığını geliştirme, örgütlenme, toplu sözleşme yapma-yararlanma
ve hatta yaşama haklarını kullanılamaz hale getirmektedir.
Gerçekten bir toplumun sağlıklı olabilmesi için öncelikle onu oluşturan bireylerin
sağlıklı bulunması gerekiyor. Bir insanın sağlıklı sayılabilmesi için de
öncelikle kendisini geliştirebileceği, severek çalışabileceği ve yarınını güven
altında sayabileceği bir iş’e ihtiyacı vardır. İşsiz bir insan kendisini
toplumdan dışlanmış, işe yaramaz, topluma veya yakınlarına yük olarak görmekte ve
önemli kişilik bunalımları yaşamaktadır.
Aynı şekilde sürekli olarak çalışmakta olduğu işini
kaybetme tehlikesi altında bulunan bir insan da benzer bunalımları yaşayacaktır.
Böylesi insanların çoğunlukta bulunduğu bir toplumda da birey-toplum, birey-birey
ilişkilerinin sağlıklı olamayacağı ve giderek toplumsal bunalımların kaçınılmaz
olduğu da bir gerçektir. Toplumda sıkça yaşanan işsizlik intiharları, işsizlikten
kaynaklanan cinnet olayları, hırsızlık, fuhuş vesair toplumsal hastalıklar bunun ilk
işaretleridi
r.
Kaldı ki kalite ve verimliliğin artmasının en temel
faktörlerinden birisi de emek, yani işçidir. Eğer işçi kendisini işine veremiyor ve
sürekli olarak gelecek kaygısı içinde yaşıyorsa, onun çalışmasının verimli
olmayacağı ve kalitenin yükselmesine kendi katkısını sağlayamayacağı ortadadır.
İş güvencesinin sağlanamamış
olmasının bir başka ve çok önemli olumsuzluğu, ekonomik ve sosyal hayatı ipotek
altına almasıdır.
Bugün ne yazık ki işçilerin işten çıkarılması hiçbir kayda ve sınırlamaya
bağlı değildir. İşte bu durum işverenleri en küçük sorun karşısında en kolay
çözüm olan işçi çıkartmaya yöneltmektedir. İşverenler üretim, pazarlama, kredi
vesair ekonomik krizlerle ilgili ilk veriler ortaya çıktığında, diğer çözüm
yollarını gündemine almaksızın, sorunun ne kadar işçi çıkarılarak
aşılabileceğini hesaplamaya koyuluyorlar.
Dolayısıyla ülkemiz ekonomisi ve sanayisi pazarlama teknikleri ve ihracatı
geliştirmek, teknoloji yenilemek gibi krizlere karşı direnme olanaklarını yeterince
değerlendirmiyor. Bu ise gelişememenin ana nedenlerinden birini oluşturuyor.
Bunun da ötesinde işverenlerimiz “sınırsız fesih
hakkını” çoğu zaman, işçi haklarının bastırılması ve ortadan
kaldırılmasında etkili sonuç alıcı bir silah gibi kullanıyorlar. Yüzlerce,
binlerce örneği görüldüğü üzere; işçilerin sendikaya üye olması, ücretinde
artış istemesi, kaçak çalışmaya razı olmaması ve hatta hamilelik gibi en doğal
hak kullanımlarında bile işverenlerin başvurdukları yol “işten çıkarma”
oluyor.
Bu durum bir yandan bir hakkın kulanılmasına meşru
sayılamayacak bir müdahale oluşturup, hakkı ortadan kaldırıyor. Diğer yandan ise
işverenler arasında haksız rekabet ortamı oluşturuyor. Gerçekten işçilerin yasal
haklarına saygılı işverenler bu hakları kabul ederek bir ölçüde karşılık öderken, yasal haklara saygı göstermeyen işverenlerin yaptığı
yanlarına kar kalıyor. Üstüne de ekonomik bazı avantajlar sağlıyorlar.
Özellikle ülkemizdeki çalışabilir nüfusun yüzde yirmisinden fazlasının işsiz
olması, işverenleri bu “çok kolay” yolu izleme kararı vermelerinde cesaretlendirici oluyor.
Kısaca “iş güvencesi”
çalışma hayatımızın ve hatta toplumsal ortamın gelişip güçlenmesinde kilit
unsurlardan birisidir. Ve bu temel eksiklik giderilmedikçe özellikle çalışma
hayatına ilişkin hak ve özgürlüklerin hiçbir anlamı yoktur.
Bu nedenle de “İş Güvencesi Yasa Tasarısı” olarak bilinen ve Meclis
Komisyonu’nda bulunan tasarı bir an önce yasalaşmalıdır.
Başa
dön
2.
İŞSİZLİK SİGORTASI
İşsiz kavramı, çalışma
yeteneği bulunan insanların geçerli ücret düzeyi ile çalışmak istediği halde
çalışabileceği bir iş bulamayanları kapsamaktadır.
Ülkemizde çalışabilir nüfusun yüzde 20’si işsizdir. Ancak işsiz kavramına dahil
edilmeyen ev kadınları, öğrenciler, mevsimlik işçiler de bu orana katılırsa oran
daha da büyüyecektir.
İşsizlik özellikle kişi ve dolayısıyla toplum üzerinde yıkıcı bir etki
yapmaktadır. İşsiz durumda bulunan kişi kendisini işe yaramaz, toplumdan
dışlanmış hissetmekte ve yarınına güven duyamamaktadır. Bu durum maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkına, hatta yaşama hakkına ciddi bir müdahale anlamı
taşımaktadır.
Bunun yanısıra işsiz bir insan hem üretken olamamakta,
enerjisini bir işte değerlendirememektedir; hem de yaşamını sürdürmek için zorunlu
olarak tüketmekte, yakın çevresi ve toplum için bir yük haline gelmektedir. Ama
toplum açısından asıl önemlisi kendisine güven duymayan, üretken olamayan,
yarınına güven duymayan insanların toplum yaşamına yaptıkları olumsuz
katkılardır. İletişim araçlarında çokça rastlandığı gibi işsiz kaldığı
için yaşamına son verenler veya
yakınının işsiz
kalması nedeniyle intihar edenler oldukça fazladır. Dahası işsiz bir insanın
yaşamak için muhtaç olduğu geliri hırsızlık, gasp, fuhuş gibi zararlı
girişimlerden elde etmeye kalkışması, eğer bunu sağlayamıyorsa insan onuruna
yaraşmayacak bir yaşam sürdürmek zorunda kalması
çok olumsuz etkilerdir.
İşsizliğin bugünkü boyutları dikkate alınırsa tek tek
bireylerin bu illetle baş edebilmeleri de olanaksızdır. Çünkü işsizlik bireylerin
tercihinin sonucu olmadığı gibi, tüm toplum tam anlamıyla üretken olmak istese de
sistem ve ekonomi bunları istihdam edebilecek bir yapıda değildir. Dolayısıyla
işsizliğin çözümü tek tek bireylerin çabasıyla değil, doğrudan toplumsal
örgütlenmeler vasıtasıyla gerçekleşebilir. Toplumsal bir sorun olan işsizliğin
yükün
ü bireylerin çekmesi büyük haksızlıktır.
Bu nedenle işsizlik belasıyla karşılaşan bireyleri toplum desteklemeli, onlara
yardım etmeli ve onların yok olup gitmesine izin verilmemelidir.
İşsizlikle mücadele elbette işsizliğin ortadan
kaldırılmasına yönelik olmalıdır. Ancak bu amaç gerçekleştirilinceye kadar ya da
her türlü çabaya rağmen işsiz kalanlar olması halinde bu kişilere toplumsal destek
kurumları oluşturulmalıdır.
Bu ise İŞSİZLİK SİGORTASI kurumu ile gerçekleşecektir.
İşsizlik sigortası ve İŞKUR ile ilgili olarak hazırlanmış bulunan tasarı teklifi
bir an önce tasarı haline gelmeli ve acilen yasalaşmalıdır.
Başa
dön
3.
SOSYAL GÜVENLİK - S.S.K.
Sendika üyeleri ve
genel olarak tüm işçilerle aileleri, bir sosyal güvenlik kuruluşu olan Sosyal
Sigortalar Kurumu’nun ve bu kurumca yerine getirilen hizmetleri aksaklık ve
eksikliğinden en çok zarar gören kesimlerdir. Bu nedenle de, sendikalar ve işçiler
her dönemde S.S.K. ile ilgili sorunlarını dile getirmiş, hizmetin iyileştirilmesini
ve kurumun demokratikleştirilmesini talep etmişlerdir.
Özellikle son 15 yıllık dönemde uygulanan politikalar ve buna bağlı olarak ortaya
çıkan eleştiriler, işçilere hizmet üretemez duruma getirilen kurumun bütünüyle
ortadan kaldırılması ve bu çok büyük alanın özel sigorta şirketlerine altın
tepsi içinde ikram edilmesi genel hedefinin bir parçasıdır.
Bazı politik çevrelerin siyasi prim kazanma uğruna gündeme
getirdikleri geriye dönük borçlanma, süper emeklilik, S.S.K. olanaklarının istismar
edilmesi gibi kimi uygulamalar, bugün hizmetlerin aksamasının temel nedenleridi
r.
Buna, kurum yönetiminin doğrudan politik vesayet altında
tutulduğu, yönetiminde karar ve işlem yetkisinin politik kesimlerin belirlediği
kişilerin tekelinde bulunduğu, kurumun hizmetlerinden asıl yararlanan işçi kesiminin
kurum yönetiminde yeterince söz sahibi olmasının gözardı edildiği gerçeği
eklenince, kurumun bugünkü durumu kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor.
Nihayet ülkemizde “Sosyal Devlet” anlayışıyla bağdaşacak bir sağlık politikasının
bulunmaması ve S.S.K.’nın yasanın boşluklarından yararlanılarak, gerçekte
sigortalılık niteliği olmayanlara sağlık hizmeti sunmak zorunda bırakılması da
kurumun yükünü arttırıyor.
Kurumun kurtuluşunun yolu, yasa zoruyla sigorta kapsamı içine alınan işçilere ve
emeklilerine verilen hizmetin küçültülmesi, ülke koşullarında gerçekleşmesi
olanaksız bulunan emeklilik koşullarının dayatılması değildir. Zira bu yolla S.S.K.
mali krizden kurtulabilir. Fakat bu defa “sosyal güvenliğin sağlanması”
temel amacından uzaklaşılır. Hatta S.S.K’nun meşruiyeti tartışılır hale gelir.
Bunun çok kısa süredeki sonucu da, alanın özel sigorta şirketlerine açılması ve
kısa bir müddet sonra da S.S.K.’nun lağvedilmesidir.
Oysa işçilerin, emekçilerin, hatta ülkenin, sağlıklı
çalışan ve iyi hizmet üreten bir S.S.K.’na ihtiyacı vardır.
Ancak, ortalama insan ömrünün 60 yaş civasında bulunduğu, işten çıkarmanın
sınırsız bir hak olarak kullanıldığı, işçi sirkülasyonunun çok yüksek ve
işsizlerin aktif nüfusa oranının dörtte birlere yaklaştığı bir ülkede erkekler
için 60 yaş ve 25 yıl, kadınlar için 55 yaş ve 20 yıl fiili prim ödemenin
emeklilik şartı yapılması, emeklilik kurumunun askıya alınmasıyla eşdeğerdir.
Sigortalıların kurum tesislerinde tedavi olabilmesi için 180 gün prim ödeme
şartının aranması ve muayene ücreti alınması, insanı en temel değer olarak
dikkate alan bir anlayışın ürünü olamayacağı gibi, sigortacılık mantığı ve
sosyal devlet anlayışı ile de bağdaşmaz.
Aynı şekilde işgöremezlik ödeneği verilmesi, eş ve çocuklara sağlık yardımı
yapılması, malullük sigortasından yararlanma ve diğer pek çok konuda hizmete hak
kazanma koşullarının ağırlaştırılması da, ülke koşullarına uygun ve makul bir
yaklaşım olarak görünmüyor.
S.S.K. ve hizmetlerinin mevcut haliyle bırakılması da
mümkün değildir. Hizmetlerin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması için somut
değişikliklere ihtiyaç var.
Konuyla ilgili olarak görüş ve önerilerimizi kısaca sıralamak istiyoruz.
1- Kuruma Hazine katkısı sağlanmalıdır.
2- Sosyal yardım zammı ödemeleri S.S.K.’nun üzerinden
alınmalıdır.
3- Kurum gelirlerinin devlet bankalarında saklanması gerektiğine
ilişkin hükümler yasadan çıkarılmalı; kurum gelirlerinin değerlendirilmesi konusu
S.S.K. Yönetim Kurulu’nun yetkisine bırakılmalıdır.
4- Sigortalı tabanı genişletilmelidir.
5- S.S.K. alacakları derhal tahsil edilmelidir.
6- S.S.K. hacizleri, işçi alacaklarının ardında sayılmalıdır.
7- Yaygın ve etkili denetim sağlanmalıdır.
8- S.S.K. primleri son derece yüksek olup, karşılığında verilen
hizmet son derece azdır. Prim oranları azaltılmalıdır.
9- Hastalık sigortasından sağlanan haklar açısından prim ödeme
koşulu kaldırılmalıdır.
Başa dön
4.
İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ
İşçilerin işyerlerinde
sağlıksız koşullarda çalıştırıldığı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Tüzüğü hükümlerine uyulmadığı, önlemler konusunda sağlıklı bir denetim ve
yaptırım mekanizmasının bulunmadığı ve bunun sonucunda sağlıksız ve güvenliksiz
işyerlerinde çok zor k
oşullarda
çalışıldığını tesbit eden Genel Kurulumuz;
Mevzuattaki denetim ve yaptırım hükümlerinin uygulanabilir
ve caydırıcı etkilerinin arttırılmasını, denetimlerde birlik sağlanmasını, iş
güvenliği mevzuatının dağınık ve çelişkili maddelerinin ortadan
kaldırılmasını, işyerlerinde kurulan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Kurulu’ndaki işçi temsilcilerinin sayısının ve niteliğinin arttırılmasını,
kurul kararlarının uygulanmasının zorunlu hale getirilmesini, mühendislik ve tıp
fakültelerinde konu ile ilgili eğit
im
yapılmasını, işçi ve işverenlerin konu ile ilgili yoğun eğitimlerden
geçirilmesini sağlamak üzere kalıcı çalışmalar yapılması konusunda çaba
harcanmasını kararlaştırır. (Genel Kurul Kararı)
Başa
dön
5.
DENETİMLERİN ETKİNLEŞMESİ
Çalışma hayatı çeşitli
belgelerle öngörülmüş bulunan değişik merciler tarafından denetlenmektedir. Bölge
Çalışma Müdürlükleri, Maliye Bakanlığı birimleri, SSK birimleri bunlardan
başlıcalarıdır.
Ancak bu denetimler hiçbir etkili sonuç sağlayamıyor. Aksaklık ve eksiklikler
zamanında ve usulüne göre yapılmayan denetimler nedeniyle devam ediyor.
Bu nedenle özellikle çalışma yaşamıyla ilgili denetimler ortak bir mekanizmaya
bağlanmalı ve denetimi yapacak elemanların nicelik ve nitelik olarak yeterli düzeye
çıkarılması sağlanmalıdır. İşyerlerindeki aksaklıkların giderilmesinde
sendikalar da önemli görevler üstlenmelidir.
Başa
dön
6.
ÇALIŞANLARIN HAKLARININ GÜVENCE ALTINA ALINMASI
Çalışanların mevcut yasalarla
tanınmış bulunan hakları, yeterince korunamıyor. Bugün işverenler işten
çıkardığı işçilerin hak ve alacaklarını ödememekte hiçbir sakınca görmüyor.
Yargı yolunun uzunluğu nedeniyle de alacağın tesbit edilmesi yılları buluyor. Bunun
da ötesinde zor durumda bulunan işverenlerin diğer alacaklıları daha önce rehin,
ipotek gibi gerekli
işlemleri
gerçekleştirdiğinden, işçiler çoğunlukla alacaklarını tahsil edemiyorlar.
Bu büyük haksızlık ortadan kaldırılmalıdır.
Bunun için İcra İflas Yasası’nda değişiklik yapılarak
işçi alacaklarının ipoteklerden de önce ödenmesi sağlanmalıdır. Ayrıca kollektif
şirketlerdeki sorumluluk diğer şirket türlerine de yaygınlaştırılmalı, şirket
ortakları şirketlerinin işçilere karşı olan borçlarından kendi malvarlıklarıyla
da sorumlu tutulmalıdır.
Başa
dön
7.
ASGARİ ÜCRET
Yaşam araçlarının temini için
gerekli parasal düzeyin en alt sınırı olan asgari ücret, insanın sosyal varlık
olduğu gerçeği yok sayılarak tesbit edilmektedir.
Sanki asgari ücretle çalışan, bir aile kurumuna sahip değildir.
Sanki asgari ücretle çalışanın, barınma, sağlık, beslenme, giyinme ve kültürel
ihtiyaçları yoktur.
Ülkemizde yıllarca asgari ücretin tesbiti bu gerçekler gözönüne alınmadan, ucuz
emek cenneti yaratmanın bir aracına dönüştürülmüştür. İş güvencesi tehdit
edilmiştir.
Öncelikle Asgari Ücret Tesbit Komisyonu, demokratik ve katılımcı bir yapıya
kavuşturulmalıdır. Asgari ücret belirlenirken yalnızca çalışan değil, işçi
ailesi büyüklüğü gözönüne alınarak, bu büyüklüğün yaşam araçları
teminindeki parasal düzey esas alınmalı, vergi dışı bırakılmalıdır. Ülkemizin
koşulları gözönüne alındığında enflasyonun yüksek düzeyde seyrettiği
bilinmektedir. Bu nedenle asgari ücret yılda bir kez yerine altı ayda bir
belirlenmelidir.
Sendikamız bu amaca ulaşmak için aktif bir rol alacak,
yaratıcı bir çalışma içinde olacaktır.
Başa
dön
8. YENİ
ÇALIŞMA BİÇİMLERİ
Bilim ve teknolojinin derece derece
değişse de uluslararası bir niteliği vardır. Nerede üretilirse üretilsin eninde
sonunda ulusal sınırları bilgi olarak, ürün olarak ve etki olarak aşmaktadır.
Üretilen her yeni bilgi, üretilen her yeni ürün, yaşama biçimimizi kişisel ve
toplumsal düzeyde etkilemekte ve değişime yol açmaktadır.
Üretim ve yönetim teknolojisindeki gelişmeler; istenilen kadar üretme, ürünü talebe
göre ayarlama, değiştirme ve yenileme ile, üretimde kontrolü en üst düzeye
çıkarmıştır. Bilgisayar kontrollü takım tezgahları (CNC), bilgisayarlı tasarım
(CAD), bilgisayarlı üretim (CAM) ve robotiklerin sanayiye girmesi bu sonucu
yaratmıştır.
Bilim ve teknolojideki bu gelişmeler bir yandan son derece olumlu sonuçları ortaya
çıkarırken diğer yandan, insanı merkeze koyan yaklaşımlar yeterince
geliştirilememiştir. Tüm toplumsal kesimler olumlu gelişmelerin sonuçlarından
yararlanamadığı gibi, yeni sorunlarla da yüz yüze gelmiştir.
Teknolojideki gelişmeyle birlikte çalışma sürelerinin aynı kalması işsizlik
afetini büyütürken, çalışma biçimleri üzerinde de etkili olmuştur. Geleneksel
(standart) çalışma biçiminde bozulmalar ortaya çıkmış, standart çalışma yerini
yer yer standart olmayan çalışmaya yani part-time (günde birkaç saat çalışma)
çalışmaya, evde çalışmaya ve kişisel büroda işyerinin işini yapmayı gündeme
getirmiştir.
Ülkemiz sanayiinde de yeni yeni uç vermeye başlayan bu durum
çalışma yaşamı için yeni sorunlar yumağı oluşturmaya başlamıştır.
Sendikasızlaştırmanın ve ücreti baskı altında tutmanın aracına dönüştürülmek
istenen bu duruma karşı sendikaların çıkış yolu yakalaması ve aktif bir tutum
alması kaçınılmaz olmaktadır. Sendikamız bu duruma karşı yeni yaklaşımlar
geliştirip, iş ve güçbirliğ
i yaparak aktif bir
tutum içinde olacaktır.
Başa
dön
9.
SENDİKALAR YASASI
Sendikaların işçilerin hak ve
çıkarlarını korumak için oluşturulmuş örgütler olduğu, hatta bunun da ötesinde
toplumdaki en büyük sivil toplum örgütlenmesi olduğu da dikkate alınarak,
sendikaların amaçlarına uygun hareket etmelerinin önünü açan bir yasaya ihtiyaç
vardır.
Sendikalar Yasası, ILO sözleşmeleri ve belgelerinin de ışığında, devlet ve
işverenlerden gelebilecek hertürlü baskı ve yasaklamadan arınmış olarak kendi
işleyiş ve faaliyetlerini serbestçe düzenlemeleri anlayışına saygı gösterilen bir
mantığı içermelidir. Sendikalar potansiyel tehlike olarak değil, demokrasinin ve
çağdaş yaşamın olmazsa olmaz kurumları olarak değerlendirilmeli, sendikal faaliyet
özgürleşmelidir.
Yasa, sendikal demokrasinin kişilerin yaklaşımlarından etkilenmeyecek bir biçimde
yaşama geçmesini de teminat altına almalıdır.
Yüz kızartıcı suçlar dışındaki suçlardan hüküm
giyilmesi hali kuruculuk engeli sayılmamalı, kuruculuk için on yıl fiili işçilik
şartı kaldırılmalı, üyelik aidatı, sendikaların gelirleri ve bunun harcanması
veya değerlendirilmesi şekli sendika tüzüklerine bırakılmalı, sendikalara devlet
denetimi kaldırılarak olağanüstü hallerde yargı denetimi öngörülmeli,
örgütlenme ve sendikal faaliyet özendirilmeli, sendikaların to
plumsal gelişmeye katkılarının önü açılmalı, şube genel
kurullarına, delege seçimlerine yargı denetimi getirilmeli, 4101 sayılı Yasa’yla
eklenen geçici madde kaldırılmalıdır.
Başa
dön
10.
TOPLU SÖZLEŞME GREV VE LOKAVT YASASI
Ülkemiz çalışma hayatının bir
hakkın kullanılmasını en zor koşullara bağlayan veya onun kullanılmasını
yasaklayan bir düzenlemeye değil, tam tersine hakkın en etkili biçimde
kullanılabilmesine yönelik düzenlemeler içeren ve hakkı tesbit ederek kullanılması
konusunda hak sahibine yetki tanıyan bir anlayış
a
ihtiyacı vardır.
Toplu Sözleşme Grev ve Lokavt Yasası tümden değiştirilerek toplu sözleşme
hakkının en etkili biçimde kullanılmasının önünü açmalıdır.
Bu yasa, çalışanların korunması temel yaklaşımının ışığında hakkın temel
çerçevesini çizmeli, hak en rahat kullanılabilecek şekilde ortaya konulmalıdır.
İşletme düzeyinde toplu sözleşme zorunluluğu ile işkolu ve işyeri barajları
kaldırılmalı, arabulucuk gönüllü bir kurum haline getirilmeli, YHK zorunlu başvuru
organı olmaktan çıkarılmalı, grev yasakları sadece temel ve zorunlu hizmetleri
kapsayacak biçimde daraltılmalı, hak grevi mutlaka yasaya girmeli, dayanışma grevi,
genel grev gibi demokratik tepki ve dayanışma grevleri kullanılabilir kılınmalı,
toplu sözleşmelere konulamayacak hükümler çıkarılmalı, serbest toplu pazarlık
sistemi önündeki tüm engeller kaldırılmalı, toplu görüşme ve grev prosedürü
hakkın en rahat ve sıhhatli kullanılmasını sağlayacak biçimde düzenlenmeli, grev
ertelemesi yasaklama olmaktan çıkmalı, kişisel ve toplumsal hak arama ya da demokratik
tepki gösterme yolları açık tutulmalıdır.
Başa
dön
11. KAMU
ÇALIŞANLARININ ÖRGÜTLENMESİ
Ülkemizde kamu çalışanlarının
her türlü örgütlenme girişiminin yasalarla engellenmiş bulunması, kabul edilemez ve
toplumsal gelişmeyi engelleyen bir durumdur.
Kamu çalışanları, başta sendikal veya mesleki örgütlenmeleri olmak üzere ihtiyaç
duyabilecekleri her alanda örgütlenme hakkına sahip olmalıdır.
Sendikal alanda başta ILO’nun 151 sayılı sözleşmesi olmak üzere uluslararası
belgelerde yer alan hak ve özgürlükler ülke koşullarında en etkili kullanım
olanakları gözetilerek bir an önce hayata geçirilmelidir.
Başa
dön
I. BİRLEŞİK METAL-İŞ SENDİKASI
II. ÇALIŞMA YAŞAMI
III. SENDİKALARIN TOPLUMSAL ROLÜ VE ETKİNLİĞİNİN ARTTIRILMASI
birmet@ibm.net