Ülkenin son
30 yılına damgasını vuran ekonomik kriz ile atbaşı giden siyasal kriz, 1998
sonlarına doğru ekonomik krize paralel olarak yeni boyutlar kazanmaya başladı.
Öyle bir bunalım ki, seçim tarihi üzerinde bile net bir yaklaşım
ortaya konulamıyor. Nisan 99, Şubat 99, seçimlerin 2000'e ertelenmesi, iki turlu, yerel
ve genel seçimlerin ayrı ayrı yapılması gibi olasılıklar gündemde...
Cumhurbaşkanı hükümeti kurmakla parlamentodaki 4. Partiyi görevlendiriyor.
25 yıl aradan sonra bir kez daha bir bağımsız milletvekili Yalım Erez'in hükümeti
kurmakla görevlendirilmesi, bugünkü siyasal krizin görünen sonuçlarından
bazılarıdır.
Şimdi bu sonuçları doğuran olguları incelemeye çalışalım.
1- Parlamentodaki tüm partilerde “parti içi
demokrasi” işlemiyor, işletilmiyor. Bunun sonucu halkın görüş ve
eğilimlerinin parti tutumlarına yansımamasıdır.
2- Kitlelerin inisiyatif yerine parti liderlerinin dar
yaklaşımları, kısır çekilmeleri ve kendi aralarındaki hesaplaşmaların ülkeye
politika diye sunulmaktadır.
3- Tüm partiler ideolojik belirsizlik içindedirler. Bu olgu
seçmen kitlesinin kafasını ve değerlerini sarsmaya devam etmektedir. Örneğin,
parlamento gerçeği ışığında sağ- sol kavramlarının anlamsız hale gelmesi söz
konusu olmuştur. Çünkü ülkemizde adı sağ da olan, sol da olan partilerin tamamı
sermayenin özlemlerini ifade eden neo-liberal politikaların bayraktarlığını
yapmaktadırlar.
4- Üye kitleleri ile yoğun ve düzenli ilişki kuramayan
partiler ekonomik açıdan doğrudan çıkar çevreleri ile ilişki kurmaya
yönelmektedir. Bunu son dönemlerde birbiri ardına açıklanan kasetler, mafya ve çete
ilişkilerinden izliyoruz.
5- Emekçilere kapalı bulanan bir siyasal sistem, anternatif
üretmekte de zorlandığından ne kadar iktidar değişirse değişsin, değişmeyen olgu
halkın sorunlarının çözülmemesi ve ertelenmesi olmaktadır.
6- Siyasal rejim özellikle 80 sonrası süreçte kendi elleri
ile yarattığı iki önemli ve karanlık güç olan cemaatleşme ve çeteleşme ile
mücadele etme noktasına gelmiştir. Bunun panzehiri ise, yine eksiksiz demokrasidir.
7- Yukarıdaki tabloda tek net tutum şeriata karşı ordunun
tutumudur. Ordunun güncel politikaya bu denli aktif müdahalede bulunması demokrasi
açısından doğru olmasa da, bu olgu yine siyasal sistemin içine girdiği açmazların
sonucudur.
8- Politika üretmek, çağın gelişmelerine uygun yenilikler
önermek yerine halkın geleneksel değerlerinin, dini ve etnik değerlerinin
sömürülerek politika malzeme edilmesi kısırlığı, gerçekte ülkemizin değil fakat
politikacıların kısırlığıdır.
9- Ülkemizde yapılan 3 askeri müdahaleye rağmen tüm kamuoyu
yoklamalarında ordu “en güvenilir” kurumların başında gelmesi krizin siyasi
boyutu hakkında yeteri ipucunu vermektedir.
10- Emekçi halk açısından; “Ankaradakilerin
birbirinden farkı yok” tur.
11- Demokrasiden yana olanlar ise, ülkenin içinde
sürüklendiği darbe/şeriat ayrımının farkında olmalarına karşın
bütünsel bir yapı içinde olmamaları, ideolojik dağınıklığın sürmesi ile
birlikte emekçi kitleler ile bağların yeniden kurulamamasının sonucu olarak
kitleselleşememe bunalımı içindedir.
Böyle bir tablonunu sonucunda ülkenin dış itibarı sürekli
düşmekte, 1999 bütçesi gerçekçi ve adil bir bütçe olmaktan giderek uzaklaşmakta,
Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına gereken özen gösterilmemekte, halkın
ortaya koyduğu talepler dikkate alınmamakta, toplum kısır politik çekişmelerle
oyalanmakta, sorunlarına ertelemeci bir yaklaşım getirilmektedir.
Ama meclis komisyonlarında görüşülen yolsuzluk dosyaları süratle aklanmakta,
birbiri ile kanlı/bıçaklı partiler dar çıkarları için ilkesizce
buluşabilmektedir.
İşte ana hatları ortaya konulan böyle bir siyasal ortamdan emekçi
kitleler lehine sorunlara çözüm beklemeye kalkmak, gönüllü olarak tuzağa düşmek
ile eş anlamlıdır.
ÇÖZÜM
YOK MU ?.
Sorun, öncelikle yasalarda birer hüküm olarak yer alan ve ülkede
kurumları mevcut bulunan DEMOKRASİYİ gerçek anlamda işletmekten geçiyor.
Kuşkusuz demokrasi işletmek için kültürünün de yeniden oluşturulması ihtiyacı
vardır. Bunu temelden kavrayarak Milli Eğitim müfredatı, üniversitelerde, yetişkin
eğitimi merkezlerinde, trafik kurslarında, asker ocağına kadar, yazılı ve görsel
medya aracalığı ile ısrarlı bir tutumla halkın demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak
kavramasına yardımcı olmak gerekmektedir.
İkinci olarak, Emekçilerin politik sürece katılımı önündeki
engeller kaldırılmalıdır.
Üçüncü olarak, parti içi demokrasiyi işletmeyen partilerin
ülkeyi demokratik (!) temelde yönetmeye kalkma çelişkisi ortadan kaldırılmalıdır.
Dördüncü olarak, Demokratik kitle örgütlerinin politikaya daha
aktif müdahalesi, denetlemesi ve katılım gösterebilmesi için gerekli yeni kanalların
üretilmesi kaçınılmazdır.
Beşinci olarak, sistem tümüyle gayri yasal, gayri ahlaki ve gayri
meşru ilişkilerden kurtarılmalı, açık ve temiz bir yapılanmaya
kavuşturulmalıdır.
Bunlar, halk kitlelerine rağmen değil, demokrasi tanımında da
olduğu gibi “halkla birlikte” yani; KATILIMCI bir temelde ele
alınmalıdır.
Sendikalar ve diğer demokratik kitle örgütleri de, öncelikle kendi örgütlerinin
işleyişinde eksiksiz biçimde “kurum içi demokrasi” işletmelidirler.
Böylece tüm sendikaların birliklerini temsil eden konfederal yapıların
GÜÇBİRLİĞİ ile başta iş güvencesi olmak üzere, örgütlenme hakkı, uyum
yasaları, referandum, emeklilik ve sosyal güvenlik için, gençlik ve kadın sorunları
için, milli gelirin daha adil dağılımını sağlayabilecek mali politika araçları
için en etkin biçimde kullanmalı ve üyelerin kitlesel gücü bu ortak taleplerin
arkasında aktifleştirilmelidir.
Bütün bunları yapabilmek için de, kadromuzu, enerjimizi ve
olanaklarımızı en iyi biçimde değerlendirmeli, kişisel hesapları, sınıfın ve
halkın çıkarlarının önüne geçmemeli, kendi gelecek kaygımızla değil, sınıfın
ve toplumun geleceği kaygısını başta tutmalı, çatışma yerine dayanışma içinde
olmalı, eksik arama yerine, proje üretmeli, bilgi ile, fikir ile hep birlikte daha
iyiye, daha ileri olana ulaşmaya çalışmalı, koltuk, makam, mevki ve kartvizit zaafı
yerine, emeğin bir neferi olma kültürünü ne kadar hayata geçirebilirsek önce emek
dünyası sonra ülkemizde emekçi kitlelerin özlemleri o oranda süratle hayata geçmeye
başlayacaktır.
Bu umudumuz, emekçilerin ve ülkemizin geleceğidir. |