2- POST-FORDİST ESNEK
ÜRETİM ORGANİZASYON SİSTEMLERİ
2.1- Esnek
Uzmanlık
Hem birbirleriyle
rekabet eden, hem de uzmanlık ve üretim bilgisi alışverişinde işbirliğine giden
küçük ve orta boy işletmelerin oluşturduğu esnek uzmanlık modelinin örneklerine
1970’lerde Kuzey İtalya'da 3.İtalya denen Bologna bölgesinde ve Güney Almanya'da
yaygın olarak rastlanmakta, daha sonra giderek diğer Batı Avrupa ülkelerine de
yayaldığı görülmektedir. Bu yeni tür üretim organizasyonu, tasarımcılarla yeniden
vasıflandırılmış/zanaatkar bazlı işçilerin işbirliği içinde, genel amaçlı
tezgahlarda çok çeşitli mal üretebilme temeline oturmaktadır. Öğrenme, yeni
teknolojilere uyarlanabilme, teknolojik yenilikleri hız la adapte edebilme ve yeni teknolojiler yaratabilme bu
küçük işletmelerin ortak özelliğini oluşturmaktadır (Piore ve Sabel, 1984).
Tarihi olarak baktığımızda, esnek uzmanlık biçiminin ortaya
çıkışı 1960'ların sonu ve 70'lerin başlarında İtalya'da yaşanan güçlü bir
işçi sınıfı mücadelesi dönemine rastgelmektedir. İtalyan sermayesinin bu
mücadeleye tepkisi adem-i merkeziyetçi bir üretime geçme şeklinde ortaya çıkmış
ve üretimin bir çok bölümü taşeronlara devredilmiştir. İtalyan sermayesi fason
üretimle bir yandan maliyetleri düşürürken, bir yandan da örgütlü emek ile direkt
çatışmaya girmekten kurtulmuştur. İşverenin güvenini ve mali desteğini kazanmış
pek çok işçinin küçük ölçekli üretim birimleri/atölyeler açtığı
gözlenmiştir (Brusco,1982).
Üretimde böyle bir desentralizasyona gidilmesi doğal olarak küçük
ölçekli şirketlerin önem kazanmasına yol açmaktadır. Üretimin ortadaki “çekirdek”
konumundaki büyük şirketlerle, etraflarında halkalar oluşturan “uydu” konumundaki tedarikçi firma ağları biçimindeki
organizasyonunun giderek yaygınlaşmakta olduğu görülmektedir.
İlk zamanlar bu işletmeler daha ilkel ve büyük/çokuluslu
şirketlere bağımlı iken, zamanla son teknolojileri çok amaçlı bir şekilde
kullanarak ve birbirleriyle işbirliğine giderek değişik mallar, modeller üretip
dünya pazarına ihraç edebilen ve böylece de sürekli değişen talebe kendini
kolaylıkla uyarlayabilen bir sanayi ağı oluşturmuşlardır. Ancak bunda kitle
üretiminin standart ürün pazarlarının giderek parçalanmasının ve çeşitli
sınıflara, yaşa, cinsiyete, hatta değişik ırktan insan gruplarına hitap eden bir
mal çeşitlemesinin ortaya çıkmasının büyük bir rolü olmuştur. Böylece küçük
işletmeler bu pazarlara girme fırsatı yakalayabilmişlerdir. Aslında, ayrışmış
talebe büyük bir esneklikle cevap verebilme yeteneği, post-Fordist üretimin
doğasının kavranmasında anahtar rolü oynamaktadır (Murray, 1988).
Bu yeni üretim türünü inceleyen bazı araştırmacılar, yerel
idarelerin bu sanayi ağlarının oluşmasında büyük rol oynadıklarına, örneğin
meslek okulları açarak bölgede vasıflı eleman yetiştirmeye çalıştıklarına ve
bunun teknik yenilik yaratma potansiyeli yaratmak açısından son derece önemli
olduğuna dikkat çekmektedirler. Bu küçük iş yerlerinin başarıları büyük
ölçüde farklı işler yapan zanaatkar bazlı girişimcilere bağlanmış, buralarda
tasarım ve uygulama birliğinin ya da kafa ve kol emeği entegrasyonunun yeniden
sağlanabilmiş olması ve işçilerin karar mekanizmalarına geniş biçimde katılıyor
olması, çeşitli sol çevrelerde kapitalist emek sürecinde olumlu bir gelişme olarak
yorumlanmasına neden olmuştur (Kern ve Schumann, 1987).
Esnek uzmanlık sahibi işletmelerin esnekliğinin temelinde, “çekirdek”
işçi olarak nitelendirilen işçilerin vasıflı ve zanaatkar bazlı olması, çeşitli
ve çok sayıda beceri isteyen işin bu işçiler tarafından yapılıyor olması ve bir
ölçüde tasarım ve uygulamanın birleştirilebilmiş olması yatmakla birlikte, pek
çoğunda da esneklik, işçilerin ırk, cinsiyet ve vasıf düzeyine dayanan
ayrımcılığın sonuna kadar sömürülmesine dayanmaktadır. Vasıfsız işler yapan ya
da ileri teknolojileri sadece kullanabilen, hiçbir sosyal güvenliği olmayan “çevre”
işçilerin küçük iş yerlerinde kolayca işe alınıp atılmalarıyla talep
dalgalanmalarına karşı esneklik kazanılabilmektedir. Dolayısıyla, pek çok işçi
dünya pazarlarının tüm belirsizliklerine açık bulunmakta, bu da çalışma
koşullarını ve ücretleri büyük ölçüde etkilemektedir. Yani, bu küçük
işletmelerde dağınık ve örgütsüz olarak çalışan işçilerin birlikte hareket
etme olanağının bulunmayışı, sermayeye büyük bir esneklik kazandırdığı
kesindir (Pollert, 1988).
Bu yüzden, 1970'lerden bu yana dünya kapitalizminin yeniden
yapılanmasında küçük ölçekli firmalara önemli bir rol düştüğü açıktır. Bu
gelişmeye bağlı olarak, çeşitli yazarlar çağdaş ekonomik kalkınmanın motor
gücünü çok büyük esnekliğe sahip küçük ölçekli firmaların oluşturduğunu
ileri sürmekte ve bunların giderek büyük şirketlerin yerini alacaklarını
öngörmekte iselerde (Piori ve Sabel, 1984), bu aslında büyük şirketlerin, özellikle
Japonya'da sergiledikleri gibi, esneklik kazanma konusundaki yeteneklerini gözardı etmek
anlamına gelmektedir. Uluslararası ya da ulusal düzeyde çeşitli sektörlere
bakıldığında, büyük firmaların egemenliklerini hala kuşku götürmeyecek şekilde
sürdürmekte oldukları görülmektedir (Harrison, 1994). O halde üzerinde asıl
durulması gereken şey, büyük firmaların esneklik kazanma konusunda neler
yaptıkları, emek sürecinde ne gibi farklı uygulamalar ortaya çıkardıkları ve
bunların işgücü niteliğini nasıl etkiledikleridir.
Bununla birlikte, ül kemizde de hızla yaygınlaşmakta olan taşeronlaşma,
yani üretimin belirli aşamalarının işletme dışındaki başka şirketlere ya da
işletme içinde çeşitli amaçlarla başka işçiler çalıştırılarak
yaptırılması, bir yandan emeğin maliyetini düşürmeyi, bir yandan da
sendikasızlaştırmayı hedeflemektedir. Taşeronluk uygulamaları, kaçak işçi
çalıştırma, sözleşmesel ve yasal yükümlülüklere uymama, yeterli sağlık ve
güvenlik koşullarından yoksun çalışma ortamı anlamına gelmektedir. Ayrıca, hızla
üye kaybına yol açmaları nedeniyle sendikalar tarafından göz ardı edilemeyecek bir olgudur.
2.2- Yalın
Üretim
Fordist emek
sürecinin belirgin olarak nasıl ABD'nin sosyo-ekonomik koşullarına uygun olarak ortaya
çıktığı ileri sürülüyorsa (yani geniş bir pazarın olduğu fakat üretimin
arttırılmasında vasıflı emek kıtlığının çekildiği bir ortamda, sermayenin
vasıflı emeğe bağımlılığını azaltmaya yönelik çabalarla nasıl Fordist emek
süreci şekillendi ise), Japon üretim tekniği ile ortaya çıkan emek süreci de
2.Dünya Savaşı sonrası Japonya'sının sosyo-ekonomik koşulları içinde
şekillenmiştir.
Fordist kitle üretimi Japonya'nın savaş sonrası dar pazar
koşullarına uymamış, bu nedenle de, daha küçük kümeler halinde, dolayısıyla daha
esnek üretim yapacak biçimde dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu dönüşüm
uzun seneler içinde, üretimde israfı ve savurganlığı ortadan kaldıracak şekilde
0-hatalı üretimi gerçekleştirmek hedefi ve işçilerin kapasitelerini, üretim
deneyimlerini ve zihinsel potansiyellerini sonuna kadar kullanmak ilkesi ile
gerçekleştirilmiştir. Başarısı, parçalarının büyük bir uyum içinde
çalışmasından kaynaklanan bir teknoloji ortaya çıkmıştır (Sayer, 1986).
Dolayısıyla, yalın üretim mikroelektronik teknolojisinin değil, çok farklı bir
fabrika üretim organizasyonu ve yönetim anlayışının şekillendirdiği bir üretim
sistemidir. Mikroelektronik teknolojisi ise bu üretim sisteminin başarısını
arttırmakta etkili olmuştur.
Japon üretim tekniğinin önce teknik açıdan firma bazında nasıl
çalıştığını anlamaya çalışırsak, aslında birbirini tamamlayan ve sistemin
büyük bir uyum içinde çalışmasını sağlayan üç temel öğe olduğunu görürüz.
Bunlar, bütünsel ya da toplam kalite kontrolu, tam zamanında üretim (just-in-time/JIT)
ve kalite kontrol çemberleridir.
2.2.1-
Toplam Kalite Kontrol
Toplam kalite kontrol,
üretimde hatalı üretimi ya da ürünü daha ortaya çıkmadan önlemeye, dolayısıyla
tamamen ortadan kaldırarak 0-hatalı üretimi gerçekleştirmeye yöneliktir. Her işçi
yaptığı işin kalitesinden sorumlu olmakta, ayrıca yapılan işin kalitesi hemen bir sonraki işin
yapılışı sırasında da kontrol edilmekte, böylece de bütünsel ya da toplam kalite
kontrol sistemi ortaya çıkmaktadır.
Fordist sistemde üretim ile kalite kontrolünün ayrı ayrı işlevler
sayılması ve ayrı departmanlar tarafından yerine getirilmesi, üretimde fire
oranının çok yüksek olmasına yol açmaktadır. Nihai ürünün kayda değer bir
kısmı ya hatalı olduğu için fire kabul edilmekte ve atılmakta, ya da hatanın
düzeltilmesi cihetine gidilmektedir. Sonuçta ikisi de büyük maliyet artışına neden
olmaktadır. Hatalı
ürünlerin tamiri ya da düzeltilmesi için oluşturulan rektifiye birimleri üretim
alanının yaklaşık % 25’i kadar yer tutmakta ve bu da sistemde verimlilik
artışının önünü kesen önemli bir unsur oluşturmaktadır (Womack ve diğerleri,
1990).
Toplam kalite kontrol yaklaşımı, kaliteyi kontrol etme işlevini
üretim hattı işçisine delege etmekte ve böylece üretimde kalite kontrolu Fordist
üretimde olduğu gibi üretimin belirli aşamalarında ve belirli bölümlerinin
sorumluluğu altında değil, sürekli olarak yapılmaktadır. Böylece hatalı ürünün
ortaya çıkması daha kaynağında önlenebilmektedir.
Toplam kalite yaklaşımına göre, üretimin çeşitli aşamalarında
hatalı ürünler çıkarılıyorsa en sıkı muayene ile bile bu engellenememektedir.
Oysa muayeneye güvenmek yerine hatalı ürünlere yol açan faktörler kontrol altına
alınırsa, muayene için yapılan çok miktarda giderden de kurtulmak mümkün
olabilmektedir (Ishıkawa, 1990:23). Bu yöntemle bir yandan kalite yükselirken, diğer
yandan prodüktivite artırılabilmektedir.
Toplam kalit e yönetimi, bir işletmenin tüm faaliyetlerinde kaliteyi yükseltmeyi
hedeflemekte ve böylece her aşamada oluşması sözkonusu hatalar önlenebilmektedir.
Hataların önlenmesi ile israf azalmakta; fire, ıskarta, ikinci kalite ürün, gereksiz
stoklar, zaman kayıpları, teslimattaki gecikmeler gibi tüm olumsuzluklar ortadan
kaldırılmaktadır (Kavrakoğlu, 1992).
Fakat bunun da ötesinde, toplam kalite yönetimi iddia edildiğine
göre: “müşteri beklentilerini herşeyin üzerinde tutan ve müşteri tarafından
tanımlanan kaliteyi, tüm faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ürün ve hizmet
bünyesinde oluşturan bir yönetim biçimidir” (Aydınceren, 1993:33). Ayrıca,
“toplam kalite yönetimi her konuda sürekli gelişmeyi öngören, dinamik, insan
faktörünü ve katılımı ön planda tutan bir anlayıştır” (Kantarcı,1995:18).
Dolayısıyla, toplam kalite yönetiminin gerçekleştirilebilmesi
üretim işçisinin kalite bilincinin oluşmasına, ayrıca kaliteyi kontrol edebilme
eğitimi görmüş olmasına ve bu konuda gerekli duyarlılık ve titizliği
gösterebilmesine bağlıdır. Dolayısıyla, 0-hatalı üretim ve üretim akışının
kesintiye uğramamasının sağlanmasında işçilere büyük iş düşmektedir.
İşçiler, Fordist üretimde olduğu gibi yalnız belirli bir parça işi değil, çok
değişik işler yapabilecek vasıftadır. Herhangi bir hatalı üretim ya da makinaların
arızalanması durumunda, orada bulunan işçinin duruma derhal müdahale edip hatalı
üretime neden olan sorunu çözmesi beklenmektedir (Schonberger, 1982).
Sistemin çalışabilmesi için üretim hattındaki işçiye yetki,
sorumluluk ve inisyatif verilmektedir -ki bu da Fordizmden radikal bir sapma demektir-.
İş yerinde işçiler yoğun bir eğitime tabi tutularak üretim bilgisine sahip
kılınmakta ve işçilerin çok çeşitli becerilere sahip olması istenmektedir.
2.2.2- Tam
Zamanında Üretim
Tam zamanında üretim
(JIT), bütün hammadde, ara girdi veya yarı mamüllerin üretim sürecine tam gerekli
oldukları zaman ulaşıp stoklamaya gerek kalmadan hemen üretime sokulması anlamına
gelmektedir. Bu sistemde ana girdi stoklarının kalkmasının yanında iş istasyonları arasındaki tampon
stokların da kalkması maliyetlerin büyük ölçüde aşağıya çekilebilmesini
sağlamıştır. Bir istasyonda yapılan işin bekletilmeden hemen yandaki istasyona
geçirilmesi ile üretimde büyük bir akıcılık sağlanmakta, hem ana girdilerde hem de
üretim sırasında ortaya çıkan hatalı üretim bir sonraki üretim aşamasında derhal
farkedilebilmektedir.
Fordist sistemde ise, üretim hattının yüksek tampon stoklarla
çalışması gerek ölü sermaye, gerekse depolama giderlerini arttırmakta, sistemin
eldeki stoklara bağlı olarak arz yönlü işmesine ve talep değişikliklerinden tamamen
kopmasına neden olmaktadır (Roobeek, 1984).
Tam zamanında üretim, bir “talebe göre
üretim” sistemidir. “Bir
ürünü ihtiyaç duyulduğunda üretmek ve sadece müşteriler tarafından talep edilen
miktarda üretmek temel unsurlarındandır. Talep, üretim süreci boyunca ürünleri
çeker. Her faaliyet, talebi karşılamak için gerekli üretimi yapar. Mevcut üretim
sürecinden, üretime ihtiyaç olduğu konusunda sinyal gelmeden hiçbir üretim
yapılmaz. Ara mamul ve hammaddeler tam üretimde kullanılacağı sırada işletmeye
ulaşır” (Tanış, 1994:100).
İşletmecilere göre, “tam zamanında üretim sisteminin amacı,
firmalarda stok havuzcuklarının ortadan kaldırılmasıyla, tedarikçi ile müşteri
arasındaki mesafede pürüzsüz ve kesintisiz bir malzeme akışının sasğlanmasıdır.
Tam zamanında üretim sistemi, bütün ekonomi bakımından verimi artıran, maliyetleri
düşüren, piyasaya yeni ve kaliteli ürünler getiren yeni bir teknolojik sistem
getirmiştir. Başka bir deyişle geleneksel üretim biçimi ve anlayışı yerine, modern
sanayi üretim biçimine uygun yeni bir ekonomik ideoloji getirmiştir” (Dikmen, 1995:54).
Toplam kalite ve tam
zamanında üretimin başarı ile uygulanabilmesi üretim sürecindeki farklı birimler
arasında iletişim ve bilgi akışına bağlıdır. Daha önceleri birbirinden ayrı
olarak kabul edilen ürün tasarım, stok kontrol, pazarlama, bayilikler, finans, satın
alma (yan sanayiden malzeme tedariki) gibi çok çeşitli birimler, çoğu zaman içiçe
geçerek sistemik bir entegrasyon sağlanmıştır. Üretim sisteminin değişik
işlevlerini yerine getirenler arasında ve karar ile üretim arasında geliştirilen
iletişim ağı ve bilgi akışı yalın üretimin önemli bir öğesini
oluşturmaktadır.
Tekil, yukarıdan aşağıya emir-komuta, dikey haberleşme ve bilgi
akışının olduğu, denetimin bürokratik ve merkezi olarak yapıldığı Fordist
organizasyon yapısının yerini, yalın üretimde çok yönlü haberleşme ağı,
aşağıdan yukarıya ve yatay bilgi akışı ve otokontrol almıştır. Birimler
arasında kurulan bu iletişim, değişen talep yapısı ile bağlantı kurulmasına
olanak sağlamakta ve sistemi bir “talep çekme”
sistemi haline getirmektedir.
Ancak bu sistemin
başarısını ve esnekliğini sağlayan en önemli unsurlardan biri, ürün cinsi veya
modeli değiştikçe üretim sürecinde değiştirilmesi gereken şeylerin çok büyük
bir hızla yapılabilmesidir. Toyota otomobil fabrikasından verilen bir örnek bunu
çarpıcı bir şekilde göstermektedir: Kaporta yapımında, düz çelik plakaların
otomobil gövdesinin parçaları haline gelmeleri, kalıplar üzerine yerleştirilerek
yaklaşık 400 tonluk preslerle preslenmesi ile olmaktadır. Her yeni model için bu
ağır kalıpların değiştirilmeleri gerektiğinden, Fordist üretimde aynı üretim
hattında bir-iki modelden fazla otomobil üretilememektedir. Çünkü kalıp değiştirme
işlemi özel bir ekip tarafından ancak sekiz saatte yapılmaktadır. Oysa, Toyota'da
aynı işlem 1970'de 40 ila 150 dakika arasında yapılmakta iken, bu süre 1980'de 5 ila
15 dakikaya indirilebilmiştir (Hoffman ve Kaplinsky, 1988). Buna bağlı olara k Toyota 1974 ile 1980 yılları
arasında büyük bir model çeşitlemesine gitmiş, aynı üretim hattında
üretebildiği temel model sayısını 24'ten 50'ye çıkarmıştır.
2.2.3-
Kalite Kontrol Çemberleri
İşyerindeki
sorunları belirlemek ve çözüm yolları önermek amacıyla belirli kurallara göre
toplanan, “gönüllü katılıma dayanan” ve üretim sürecinde bizzat
çalışan işçilerden oluşmaktadır. Üzerinde çalışılacak konu ya da sorun,
çember üyeleri tarafından belirlenmekte, incelemesi yapılmakta, araştırılıp
çözülmektedir. Seçilen konular yalnız üretimde hataların ya da aksaklıkların
giderilmesine yönelik değil, verimliliğin arttırılması, üretim ve denetleme
maliyetlerinin azaltılması, koruyucu bakım konusunda ilerleme veya üretim programı
gibi konular olabilmektedir.
İşletmeci yaklaşımı ile kalite kontrol çemberlerine üye olmanın
sağladığı yararlar şöyle sıralanmaktadır:
1) Küme üyeliği varolan bazı kişisel yeteneklerin gelişmesini
sağlar. Önderlik, sorun çözme, sorunları görebilme, sorunlara karşı tarafın
gözü ile bakabilme gibi yetenekler gelişmektedir.
2) Küme üyeliği yeni birtakım yeteneklerin kazanılmasına da
olanak sağlayabilmektedir.
3) Kalite kontrol çemberleri uygulaması ile çalışanlar kendi
işlerini planlar, kontrol eder ve uygularlar. Böylece işlerinin bütününe vakıf
olurlar. Bu süreçte de kesintisiz bir biçimde yönetimin kontrolu ve planlaması
sürmektedir. Ancak, burada yönetim tezgahın başındaki sorunlarla uğraşmaktan
kurtularak kendi asli görevi olan politika üretme ve yenilikleri izleme fırsatına
kavuşmaktır.
4)
Kalite kontrol çemberleri, kişilerin hergün karşılaştıkları ve birlikte
çözümlenecek sorunların çözümlenmesi için olanaklar sağlar. Kişilere biraraya
gelip sorunlar hakkında düşünme ve çözümlemede kendi fikirlerini deneme olanağı
verir ve aynı zamanda onlara, işletmenin bir parçası olduklarını hissettirir (Dicle,
1995:150).
Kısacası, tamamen üretim hattında çalışan işçilerin bilgi,
beceri ve iş deneyimlerinden yararlanmak üzere oluşturulan kalite kontrol çemberleri
kanalı ile üretim teknolojisi işçilerin önerileri ile sürekli olarak, adımsal bir
biçimde geliştirilebilmekte, aynı zamanda da üretimde büyük tasarruflar
sağlanabilmektedir. Yani, başka bir görüşe göre, işçilere çok çeşitli işler
yaptırılarak ve onların zihinsel potansiyellerinden de yararlanılarak iş yoğunluğu,
dolayısıyla emek üretkenliği büyük ölçüde arttırılabilmektedir (Tomaney, 1990).
2.2.4- Ana-
Yan Sanayi İlişkisi
Yalın üretimde ana
firmalarla, onlara girdi tedariki yapan yan sanayi firmaları arasındaki ilişkilerde de
Fordist sisteme göre büyük farklılık göstermektedir. Japonların geliştirmiş
olduğu sadece talebi olan maldan, hatta sipariş edilen maldan, talep edilen miktar kadar
üretim yapma yaklaşımı, girdi sağlayan yan sanayi firmaları ile de yepyeni bir
ilişkiler ağı gerektirmiştir.
Fordist üretimde ana-yan sanayi ilişkileri son derece gevşek bir
yapı göstermektedir. Ara malı ya da parça üreten yan sanayi firmaları mümkün olan
en düşük maliyetlerde, çizimleri ve teknik özellikleri verilmiş ürünler üretmekle
yükümlü tutulmuşlardır. An a- yan sanayi firmaları arasındaki ilişkiler genellikle mali ya da teknik
işbirliği içermeyen, en düşük fiyatı veren şirketlerle yapılan kısa süreli
sözleşmelere dayandırılmıştır.
Tam zamanında, sıfır hatalı ve üründe esnekliğe dayanan yeni
ilişkiler ağında ise, ana ve yan sanayi firmaları arasında çok yakın bir
işbirliği bulunmaktadır. Bu işbirliğinin, mali, yönetsel ve teknik (tasarım ve
bilgi akışı) boyutları bulunmaktadır. Ana sanayi yan sanayiden doğrudan monte
edilebilecek komple parçalar satın almakta, dolayısıyla daha az sayıda yan sanayi
firması ile sıkı bir ilişki kurmaktadır. Diğer yandan, yalın üretimde minimum
stokla çalışma ilkesi yan sanayi girdilerinin sürekli tedarikini gerektirmekte, bu da
firmaların coğrafi olarak ana firmaya yakın olma avantajını hatta zorunluluğunu
doğurmaktadır.
2.2.5- Yeni
Dünya Düzeninin Hakim Üretim Organizasyon Modeli
Bu bölümde
incelemiş olduğumuz post-Fordist üretim sistemleri - hem küçük işletmeciliğe
dayalı esnek uzmanlık, hem de kitle üretimi yapan yalın üretim - küçük ve
istikrarsız pazarlara ve değişken tüketici tercihlerine uyum sağlayabilecek
esneklikte üretim yapma amacı doğrultusunda, giderek daha yoğun mikroelektronik bazlı
teknolojileri üretim sürecine adapte etmektedir. Bir maldan başka bir malın üretimine
geçişte çok az ayar süresi gerektiren, işlem süresini büyük ölçüde azaltan,
çok çeşitli işler ve ürünler için programlanabilen mikroelektronik bazlı makinalar
sisteme büyük bir esneklik sağlamaktadır. Sonuç olarak, satış noktasındaki
siparişden üretimd eki
çeşitli aşamalara ve oradan tedarikçi firmalara kadar uzanan enformasyon teknolojisi
ile kurulan bilgi akışı ve enformasyon ağı, talep yapısı ile bağlantı
kurulmasını sağlamakta ve verimliliği büyük ölçüde arttırmaktadır.
Yeni dünya düzeninde tek süper güç olarak kalmış olan ABD’nin
kendi yaratmış olduğu ve 1970’lere kadar kapitalist üretimde hegemonyasını
sürdürmüş olan Amerikan tipi Fordist üretim organizasyonu ve yönetimi ironik bir
şekilde artık gücünü yitirmiş gibi görünmektedir. Esnek uzmanlık modelinin de
özellikle bazı bölgelerde ve sektörlerde alternatif oluşturduğu düşünülebilmekle
beraber, yalın üretimin yeni dünya düzeninde daha etkili ve güçlü olacağı
konusunda kuvvetli izlenimler edinilmektedir (Itoh, 1992).
Japonya’ya özgü sosyo-ekonomik ve kültürel ortamda ortaya çıkan
yalın üretim modelinin, koşulları çok farklı ülkelere transferinin ne kadar
başarılı olacağı, hem Japon kapitalizminin tüm dinamiklerini, hem de yalın
üretimin uygulanmaya çalışıldığı ülkenin koşullarını sistematik bir incelemeye
tabi tutmayı gerektirmektedir ki, bu çalışmanın çerçevesi dışına çıkan çok
daha geniş bir araştırmanın konusu olabilir.
Ancak, emek üretkenliğinin büyük ölçüde arttırılabildiği
böyle bir üretim organizasyonunun sermaye tarafından olumlu karşılanıp uygulamaya
konmaya çalışılması doğaldır. Teknik olarak işleyiş biçimini yukarıda
açıklamaya çalışmış olduğumuz bu sistemin genel olarak emek açısından ne anlama
geldiği konusunun doğru bir değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir ve bundan
sonraki bölümde bu yapılmaya çalışılacaktır.
Fakat Japon işçisinin refah durumu sistemin emek açısından ne gibi
kazanımlara yol açtığı konusunda genel bir fikir edinmekte yardımcı olabilmektedir.
Japon işçilerinin ele aldığımız tüm bu işbirliği, bağlılık ve
çalışkanlığı sonucunda artan prodüktiviteden ne kadar pay aldıklarına
bakıldığında, bunun 1975'den bu yana olumsuz bir gelişme gösterdiği dikkat
çekicidir. Yıllık emek üretkenliği artışları 1974' e kadar tümüyle olmamakla
birlikte reel ücretlere yansıtılmışsa da, Japon imalat sektöründe prodüktivite
1975-85 yılları arasında % 117.3 artarken reel ücret artışı sadece % 5.9 olmuştur.
Reel ücret artışlarındaki bu durgunluk 1988'e kadar devam etmiş, 1989'da % 4'lük bir
artış görülmüş fakat 1990'da, ekonomik durgunluk henüz Japonya'yı etkilemeye
başlamadan önce bile, ücret artışları % 2.1 ile sınırlı kalmıştır
(Itoh,1992:203).
Prodüktivite artışları Japon işçilerine ücret artışları
biçiminde dönmediği gibi, ünlü uzun çalışma saatlerinin kısaltılması sonucunu
da doğurmamıştır. Japon imalat sektöründeki üretim işçilerinin 1985'deki yıllık
çalışma süresi olarak resmen ilan edilen 2168 saat İngiltere'deki işçilerin
çalışma saatlerinden % 11, ABD'dekilerden % 13 ve Batı Alman işçilerden % 31 daha
fazladır. Ayrıca bu süreye ücrete tabi tutulmayan kayıtsız fazla mesailer de dahil
edilmemiştir (Itoh, 1992:204). Ayrıca, kalite çemberleri uygulamalarının da parası
ödenmemiş fazla mesailer olarak düşünülmemesi için hiç bir neden yoktur.
Sonuç olarak, yeni, esnek bir üretim
organizasyon biçi mi olarak ortaya çıkan,
ancak esnekliği ve başarısı büyük ölçüde işçilerin uzun çalışma saatlerine,
yüksek düzeyde iş yoğunluğuna, fedakarlık, bağlılık ve çalışkanlık temeline
oturtulan Japon post-Fordizminin, çalışanların sosyo-ekonomik koşullarına
bakıldığında hiç de parlak bir sosyal düzen yaratmadığı görülmektedir. Fakat
sendikacılığın ve işçi sınıfı hareketlerinin son derece gerilediği mevcut kriz
koşullarında, transfer edildiği diğer ülkelerde sermayenin çıkarlarına uygun
biçimde yeniden üretilmeye çalışılacağı ve Fordizme alternatif bir üretim organizasyon biçimi olarak
yeni dünya düzeninin üretim paradigmasını oluşturacağını söylemek mümkün gibi
gözükmektedir.
2.3- Esnek
Üretimde Emek Piyasası
Yukarıda incelemiş
olduğumuz post-Fordist üretim organizasyon sistemlerinin Fordist sisteme göre emek
piyasasında farklı eğilimlere yol açtığı görülmektedir. Şirketlerin dışarıya
iş vermesinin yaygınlaşması, esnek uzmanlık modeli çerçevesinde küçük ve orta
boy işletmelere dayalı bir üretim ağının oluşturulması, büyük şirketlerin kimi
bölümlerini kapatarak üretim sürecinin bazı aşamalarını taşeronlara devretmesi
gibi gelişmeler emek piyasasında ikili bir yapının ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Merkezdeki şirketler kendi çevrelerinde oluşturdukları esnek, parçalı
bir emek piyasası ile dünya pazarında sürekli değişen talebe karşı esneklik
sağlamakta, böylece de rekabet güçlerini ve kar oranlarını arttırmaya
çalışmaktadırlar.
Diğer yandan, yalın üretimin giderek yaygınlaşmasına paralel
olarak teknolojik donanımı yüksek ama ücret düzeyleri görece daha da düşük,
sosyal haklarının ise pek olmadığı küçük şirketler yaygınlaşmaktadır. Esnek
uzmanlık modelinde de Benetton gibi bilgisayar destekli tasarım ve organizasyon yapan
şirketlerin etrafında bir kısmı esnek organizasyon teknikleri ve enformasyon sistemi
kullansalar da son derece ilkel yöntemlerle üretim yapan küçük atölyelerin yanı
sıra evde parça başı üretim yapan tekil üreticiler ağı bulunmaktadır.
Dolayısıyla emek piyasası giderek parçalanmakta ve kayıt dışına ç ekilmektedir.
Buna bağlı olarak, bazı
işçiler merkezdeki şirketin tam zamanlı elemanı olarak, çeşitli sosyal haklara
(sağlık sigortası, ücretli izin vb.), göreli olarak iş güvencesine, bazı eğitim
olanaklarına ve şirket içinde yükselme şansına sahip olurken, çevre şirketlerdeki
işçiler ya da aynı şirketlerdeki yarım zamanlı ve/veya sözleşmeli çalışanlar
bütün bu haklardan mahrum kalmakta ve çok düşük ücretlere razı olmak zorunda
bulunmaktadırlar. Çevre şirketlerde çalışanların durumu genellikle bu şirketlerin
işin merkezindeki büyük şirketle olan ilişkisinin yakınlığına ve aldığı mali
desteğe göre değişmektedir.
Buna bağlı olarak esnekliğin emek piyasasına yansıması
çalışanların üç temel gruba bölünmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır:
1- Tam gün çalışan, iş güvencesi ve ücretleri görece yüksek,
yaptığı işle sınırlı olarak niteliklerinin gelişebilmesi söz konusu olan, çok
işlevli olması, kolay uyum sağlayabilmesi beklenen, yeni teknolojilerle donanmış,
merkez firmalarda istihdam edilen işçiler,
2- Tam gün çalışmakla birlikte, birinci gruptakilere göre daha
kolay bulnur niteliklere sahip olan, çoğunlukla rutin işlerde çalışan işçilereden
oluşan, işten atılma oranının yüksek olduğu işçiler,
3- Yarı-zamanlı, geçici, sabit süreli sözleşme kapsamında, esnek
uzmanlık modelinde çevre ya da taşeron firmalarda, veya evde parça başı iş
üzerinden çalışan işçilerden oluşan, iş güvencesinin düşük olduğu ya da hiç
olmadığı, dolayısıyla sayısal esnekliğin en yoğun olduğu işçi grubu.
Cinsiyet ve etnik grup temelli ayrımcılığın da belirlediği bu
parçalanma sonucu birinci gruptaki işçilerin sahip göründüğü tüm ayrıcalıklar
ikinci ve özellikle de üçüncü gruptaki işçilerin maruz kaldığı yoğun sömürü
ile sağlanabilmektedir (Onaran, 1996).
Amerika’da 1976-1990 arasında haftada 35 saatten az çalışan,
yarım-zamanlı işçilerin sayısında % 7 artış görülürken, toplam istihdam
artışı sadece % 2 olmuştur (Harrison,1994:201). 1981-87 arasında İngiltere’de
toplam istihdamdaki artışın % 97’si yarım zamanlı işlerden kaynaklanmaktadır.
Bunun sonucunda yarım zamanlı işlerin toplam istihdamdaki payı % 25 oranında
artmıştır. Yarım zamanlı ya da geçici işlerde çalışanların bir kısmının bu
işleri kendilerinin tercih ettikleri iddia edilmekle beraber, bunun çoğunlukla ev
kadınlığı, öğrencilik, yaşlı ve emekli olmak gibi, toplumsal zorunluluklardan
kaynaklandığının gözardı edilmemesi gerekir (Casey, 1991:180-187).
Öte yandan, Amerika’da gönülsüz yarım zamanlı işlerin
sayısındaki artış ise hiç de azımsanacak düzeyde bulunmamaktadır. Sigortası
olmadan gönülsüz yarım-zamanlı çalışanların diğer yarım zamanlı
çalışanların oranı diğer yarım-zamanlılara göre de artmaktadır. En hızlı
büyüyen yarım zamanlı işler haftada 8 saatten fazla olmayan işler olmuştur. 16
saatten uzun olmayan işler de diğer yarım zamanlı işlerden daha hızlı
büyümüştür. Sonuç olarak, yarım-zamanlı emek piyasası da kendi içinde giderek
daha fazla marjinal işlere doğru genişlemektedir. Yine Amerika’da 1982’den bu yana
geçici işler ise toplam istihdam artışından üç kat daha hızlı artmıştır
(Harrison, 1991:201).
Ayrıca, 1983-1992
yılları arasında yasadışı olarak çalıştırılan 14 yaşından küçük
çocukların sayısı yaklaşık üç katına çıktığı söylenmektedir (Harrison,
1991:205).
Tüm bu gelişmelerin yanında, iş yasalarında yapılan ya da
gündemde bulunan çeşitli düzenlemeleri ve bunun sosyal güvenlik sistemine ve sendikal
haklara yapacağı olumsuz etkileri göz önünde bulundurursak, esnekleşmenin emek
piyasasına yansımalarının olumsuzluğu açık olarak görülmektadir.
Başa dön
SUNUŞ
GİRİŞ
1- KAPİTALİZMDE TEKNOLOJİK GELİŞMELER
2- POST-FORDİST ESNEK ÜRETİM ORGANİZASYON SİSTEMLERİ
3- POST - FORDİST ÜRETİMDE SERMAYE / ÜCRETLİ EMEK İLİŞKİSİ
4- POST-FORDİZMDE SENDİKAL HAREKET
5- SONUÇLAR VE SENDİKAL TALEPLER
KAYNAKÇA
birmet@ibm.net |