3- POST - FORDİST
ÜRETİMDE SERMAYE / ÜCRETLİ EMEK İLİŞKİSİ
Modern işletmecilik
yayınlarına göre yalın üretim, tüm tarafları yani; işletme yönetimini, işçileri
ve tüketicileri ortak çıkarlar etrafında uyumlu bir şekilde birleştirmektedir.
Mevcut uluslararası rekabet koşullarında yalın üretim uygulamasının bütün
firmalar için rekabet gücü kazanabilmek için zorunlu olduğu vurgulanırken, bu tür
baskıların aynı zamanda “sihirli bir el gibi” hem işveren hem de işçi çıkarlarının
karşılanmasını gerektirmektedir. Çünkü, sermaye sahipleri veya yöneticilerinin
rasyonel öz çıkarları, çalışanların çıkarları lehine de olmak üzere iş
ilişkilerini iyileştirmeye, ilerletmeye yöneliktir (Smith, 1994:13). Bu bölümde,
aşağıda özetlenmeye çalışılan modern işletmeci yaklaşımın bazı iddiaları
daha sonra emek açısından irdelenmeye çalışılacaktır.
3.1-
İşletmecilik Yaklaşımıyla Yalın Üretimin Getirdiği Avantajlar
3.1.1-
İşçilerin Artan Becerisi ve İş güvencesi
Esnek imalat
sistemleri genel olarak oldukça yüksek sofistikasyon ya da karmaşıklık düzeyinde
olan teknolojik sistemleri kapsamaktadır. Bu kadar karmaşık bir sistemde, üretim
sürecindeki tüm işleyişin ve sonuçlarının sistemi tasarlayan mühendisler ve teknik
personelce önceden görülmesi mümkün olamayacağından, kaçınılmaz olarak bazı
istenmeyen sonuçlar ve acil durumlar ortaya çıkacaktır. Bu acil durumlarda işçilerin
duruma derhal müdahale edip aksaklığı düzeltebilmeleri gerekmektedir. Ancak işçiler
meraklı, uyanık, işini benimsemiş ve özverili olurlarsa, yüksek kalifikasyon ve çok
çeşitli becerilere sahip
iseler sistemin başarıyla çalışma şansı artacaktır. Yoksa, pratikte görüldüğü
gibi, pekala felaketler ortaya çıkabilmektedir. Çünkü yüksek teknoloji kullanılan
sistemlerin durması, yapılan büyük yatırımlara bağlı olarak son derece pahalıya
malolmaktadır. Bu yüzden de, sermaye sahiplerinin yüksek vasıflı ve çok becerili
işgücü geliştirmeye ve onları firmaya bağlı tutmaya çalışacağı açıktır
(Hirschhorn, 1984).
Kalite kontrol çemberleri yoluyla yaratılan, üretim sürecinde
aksaklıkların giderilmesi, sürekli gelişim ve toplam kalite yaklaşımı, kafa ve kol
emeği ayrımının ortadan kalktığı, ücretli emeğin zihinsel potansiyelinin,
aklının/zekasının harekete geçirildiği, işçilerin sürekli olarak
yaratıcılığını zorlayıcı bir emek sürecine yolaçar. Sürekli gelişim için de
üretim hattı işçisinin çok becerili olması gereklidir. Bu da emeğin çıkarları
doğrultusunda bir gelişmedir (Kenny ve Florida, 1993:68).
Diğer yandan, basit makina tamir ve bakımı, etrafın temizlik ve
düzeni, malzeme siparişi, kalite kontrolu gibi üretim işçisine delege edilen işler
ya da ilave görevler nihai ürünün değerini arttırmayan dolayısıyla sermayenin
azaltmaya çalışacağı işlerdir. Bu işlerin üretim işçisine yüklenerek bu işleri
yapan farklı bölümlere gereksinim ortadan kaldırılabilmekte, üretim süreci
yalınlaştırılabilmektedir. Bu üretim işçisi açısından işinin zenginleşmesi
anlamına da gelen bir gelişmedir. Ancak bunun için üretim işçisinin çok (multi)
becerili olması gereği vardır ve bu yüzden de, yalın üretim Fordist detay
işçisinin so nu
anlamına gelmekte olup, emeğin çıkarları doğrultusunda bir gelişmedir (Koike,1988).
3.1.2-
Sistemin Kırılganlığı
Müşteri
siparişinden başlayarak, malzeme tedarikine kadar her şeyin hızla ve tam zamanında
yapılmasını hedefleyen JIT sistemi stok maliyetini mümkün olan en düşük düzeye
çekmektir. Böylece belli bir ürün ailesi içinde bir üründen ya da modelden
diğerine hızla geçmek de mümkün olabilmektedir. Ancak ana girdilerin ve yarı
mamüllerin ana stoklarının olmaması ve üretimde tampon stokların kaldırılması,
tüm sistemi son derece kırılgan hale de getirmektedir. Sistemin herhangi bir yerindeki
durma, bütün sistemin hemen durması anlamına gelmektedir. Yalın üretimin bu
kırılganlığı sistem içindeki tüm işçileri üretimi durdurma gibi bir istek ya da
niyet taşımama zorunluluğunu getirmektedir. İşçilerin üretimi durdurmak için
planlar yapma gibi bir motivasyon taşımaması, yönetim ile tam bir uyum içinde
çalışıyor olması, bu tür durmalar karşısında derhal gerekeni yapıp durmaya neden
olan şeyi ortadan kaldırmasının garantilenmesi gerekmektedir. Bu yüzden sermaye
sahipleri emeğin çıkarını kollamak zorundadır. Sermaye yalın üretimde vasıflı
emeğe bağımlı hale gelmiştir.
3.1.3- Ekip
Çalışması
Yalın üretimde
kalite çemberleri yoluyla, işçinin çeşitli becerilerinden yararlanılacak, zihinsel
gücü harekete geçirilecek, onun merakı ve uyanıklığı ayakta tutulacaksa buna
ulaşmanın en iyi yolu onun çeşitli işlerin rotasyonla yapıldığı bir ekibe
katılmasını sağlamaktır. Böylece yönetim onları daha verimli olmaya yöneltebilm ektedir. Kalite artmakta, mazereti
dolayısıyla gelmeyen işçinin yerini doldurmak kolaylaşmakta, ayrıca acil durumlar
için fazla mesaiye kalacak daha geniş bir beceri havuzu olanaklı hale gelmektedir.
Ancak daha da önemlisi, ekipler toplu zihinsel potansiyeli ve zekayı harekete geçirerek
teknik gelişmeleri ve iyileştirmeleri hızlandırabilmektedir. Bunlar işçiye de
çeşitli yararlar sağlamaktadır: Ekipdekiler işleri rotasyonla yaptığından, ekip
üyelerinin kapasiteleri gelişir, işin sıkıcılığı böylece ortadan kalkar ve tekrara dayanan
hareketlerden kaynaklanan iş kazaları olasılığı azalır.
Yine yalın üretimin erdemlerine inananlara göre, ekip yapısının
alt kademe yönetim ve süpervizörlerle ilgili dolaylı etkileri de vardır. İşletmede
ekiplerin verimli olması için, bir zamanlar yönetim kademesinin tekelinde bulunan
işletme ile ilgili her çeşit bilgiye ulaşabilir olması gerekir. İşçilerin bu
bilgiye sahip olması ile birlikte, ekipler artık bazı yönetim işlevlerini de
üstlenir ve kendi kendilerini yönetir duruma gelirler. Bu da alt kademe yönetici ve
denetleyicilerle ilgili dolaylı maliyetlerin azalması sonucunu doğurur (Zuboff,
1988:265).
3.1.4-
İşçi-İşveren İlişkisinde Uyum
Yönetimin geleneksel
olarak gücü ve statüsü bilgiye sahip olma imtiyazına dayandığından, yalım
üretimde bu ortadan kalktığında eski, yukarıdan aşağıya otorite kullanımına
dayanan işyeri yapılanması, yerini diyaloğa göre organize olmuş işyerlerine
bırakmaktadır (Kenney ve Florida, 1993:42). Bu da emek ile yönetim arasında yeni bir
konsensus ve uyum doğmasına yol açar. Amaç, işyerinde bu hiyerarşi ötesi
(post-hiyerarşik) öğrenme ortamında eşit ilişkiler yaratmakdır. Bu, işyerinde tüm
güç, sorumluluk ve bilgilenme farklarının ortadan kalktığı anlamına gelmemekle
beraber, artık eski ilişkilerin veri alınamayacağını, ilişkinin karakterinin
taraflara, işe ve duruma göre değişebileceğini göstermektedir (Zuboff, 1988:309,
401).
Tüm bu iddiaların ışığında, yalın üretimin başarısı için
beceri sahibi, dikkatli ve itinalı işçiler mutlak bir zorunluluk ise, sermayenin
işçiye Fordist sistemde olduğu gibi değiştirilebilir parçalar olarak davranarak bu
amacına ulaşamayacağı açıktır. Bu nedenle, sermaye işçinin işyerine
bağlılığını sağlamak için onu bir ortak gibi işe ortak etmeye, iş güvencesi
vermeye ve kar paylaşımına katmaya mecburdur (Shimada ve MacDuffie, 1986). Bu da iki
tarafında çıkarınadır. Ancak bu Fordizmde olduğunun çok ötesinde bir iş
güvencesi demektir. Ortaya çıkan sonuç, karşılıklı düşmanlık yerine
karşılıklı yükümlülük ortamıdır (Womack ve diğerler i,
1990:102).
3.2- Emek
Açısından Yalın Üretim
Yalın üretimdeki
işletmeci yaklaşımıyla ileri sürülen bu avantajlara ve emek sermaye arasında ortay
çıkan uyum ile ilgili iddialara karşın, birinci bölümde ele aldığımız emek
süreci analizine göre, kapitalist üretimde eşitsiz mülkiyet ilişkisine dayalı,
artık değeri maksimize etmeye yönelik, yapısal bir emek-sermaye çelişkisi vardır.
Kapitalist emek sürecinde sürekli emek üretkenliğini arttırmayı hedefleyen bu
yapısal zorlama ortadan kalkmışsa, sömürü ve yabancılaşmadan artık
sözedilemiyorsa emek-sermaye arasındaki yapısal çelişki de ortadan kalkmış
demektir. Yalın üretimi şimdi bir de bu açıdan ele almaya, emek sürecinde ortaya
çıkan değişiklikleri emeğin konumu açısından irdelemeye çalışalım.
3.2.1-
Artan Beceri ve İş güvencesi
Yalın üretimin,
yukarıda sözü edildiği gibi, tüm öğelerinin uyum içinde çalışması ve
başarıya ulaşması için, işçilerde yüksek kalifikasyon ve eğitim gerekiyorsa,
ayrıca da işçinin sürekli dikkati, merakı, firmaya bağlılığı ve işbirliği
hatta adanmışlığı şart ise, bunun en iyi şekilde ömür boyu istihdam ile
karşılanabileceği açıktır.
Ancak Japonya’da emek piyasasına bakıldığında, ömür boyu iş
güvencesinin sadece “çekirdek” işçi olarak nitelendirilen görece küçük bir grup
işçi için, yani ana ya da “merkez” fabrikalarda (başlıca da montaj fabrikalarında ve
genel müdürlük ofislerinde) söz konusu olabildiği görülmekte ve bu da aslında
toplam işgücünün sadece % 20’sini oluşturmaktadır (Sayer, 1989:17). Ana
firmaların çok yakın ilişki içinde çalıştığı sürekli vurgulanan yan sanayideki
küçük taşeron şirketlerde çalışan “çevre” işçileri için ömür boyu iş garantisi söz konusu
olmadığından, işçilerin büyük çoğunluğu için böyle bir garanti yok demektir.
Ayrıca, merkez işletmelerdeki “çekirdek” işçiler için bile, prodüktivite artışının talep
artışını aştığı, yani pazarda bir talep fazlası oluştuğu zaman, ya da emeği
ikame eden bir yeni teknoloji uygulamasına geçildiği zaman, işten
çıkarılmayacaklarına dair hiç bir güvence bulunmamaktadır. O halde iş güvencesi
tamamen firmanın karlılığına bağlıdır. 1990’ların başında Japonya’ da
görüldüğü gibi ekonomik kriz ya da talep daralması durumunda iş güvencesi “çekirdek”
işçiler için de ortadan kalkabilmektedir.
Dolayısıyla, yalın üretimde de yönetim işten atma hakkını
korumakta, istihdam edecekleri işçi sayısında esnekliğin (sayısal esneklik)
sınırlanacağı gerekçesi ile sözleşmelere iş güvencesi garantisi vermekten
kaçınmaktadır. O halde, iş güvencesi yalın üretimde yapısal bir özellik değil,
tamamen bir yönetim politikasıdır (Smith, 1994:17).
Aslında yalın üretimin başarıyla uygulanabilmesi için gerekli
olan işçinin firmaya olan bağlılığı işçiye iş güvencesi vererek değil,
firmadan ayrılmasını imkansız kılarak sağlanmaktadır. İşçi çalıştığı
işyerinden ayrılması durumunda çok ağır bedel ödemek durumunda kalmaktadır. Bu
ağır bedel Japonya’da uygulanmakta olan ücret sisteminden, emeklilik sisteminden ve
emek piyasasının ikili yapısından kaynaklanmaktadır.
Merkez firmalarda “çekirdek” işçiler için geçerli ücret sistemi hem kıdem
esasına, hem de işçi değerlendirme sistemine dayanmaktadır. Bu işçiler
çalıştıkları firmanın adamı sayıldıklarından, işyerini terkeden işçiye hain
gözüyle bakılmakta ve başka bir merkez firmada iş bulamamaktadır. Ayrıca, yeni bir
iş bulsa dahi yeni işinde otomatikman ücret skalasının en altından
başlayacağından, ücreti eski işinde aldığı ücretin çok altında olmaktadır.
Ücretlendirme kıdem dışında bir de işçi değerlendirme sistemine
dayandırılmıştır. Bu sistemle, yalın üretimin başarısı için elzem olan
işçinin beceri kazanması teşvik edilirken, bunun yanı sıra, işçinin işyerindeki
tutum ve davranışları, firmaya angaje olma durumu, çalışma saatleri dışında
ücret talep etmeden kalite çemberleri faaliyetlerine katılma payı ve hevesi de
değerlendirmeye alındığından, işçileri işletmenin bir parçası olmaya zorlayan ve
başka bir seçenek bırakmayan bir yapı oluşturulmaktadır.
Emeklilik haklarının son derece sınırlı olduğu Japonya'da
özellikle şehirlerdeki evlerin pahalılığı, çocukların giderek artan eğitim
masrafları ve hayat pahalılığı işçileri çalıştıkları firmaya sıkı sıkıya
bağlamakta, onları iteatkar, çalışkan ve yaratıcı olmaya zorlamaktadır. Hemen
hemen tüm Japon işçileri emekli olduklarında sadece belirli bir miktar ikramiye
almakta, emeklilik maaşı verilmemektedir. İşçinin işyerinden istifa etmesi
durumunda, hak kazandığı emeklilik ikramiyesini ya alamamakta, ya da sadece çok az bir
kısmını alabilmektedir.
Büyük merkez firmaların oluşturduğu, sosyal güvenliği olan
modern sektörden atılan bir işçi ancak informal sektör diye de nitelendirilen, hiç
bir sosyal hakkın olmadığı küçük işletmelerde iş bulabilmektedir (Dohse ve
diğerleri, 1984). Japonya emek pazarının bu ikili yapısının yalın üretimin
başarısında çok büyük payı olduğu düşünülmektedir. Büyük ana firmalarla onun
etrafìnda çeşitli halkalar teşkil eden tedarikçi firmalar üzerine yapılan bir
araştırmada, Japon otomobil sanayinde 11 montajcı firmaya direkt olarak parça veren
400 tedarikçi firma bulunduğu ve bu firmalardaki çalışma sürelerinin, ana firmalara göre % 10 daha fazla
olduğu görülmüştür. Bir dıştaki halkada yer alan tedarikçi firma sayısı 5 000
iken, daha sonraki halkada 40 000 küçük tedarikçi firma bulunmaktadır. Buralarda
resmi çalışma süresi yılda 2 500 saattir ve bu da ana firmadan atılan ya da ayrılan
bir işçi için, buralarda % 33-44 oranında daha düşük ücretle, % 25 daha fazla
çalıştırılmak zorunluluğu anlamına gelmektedir (Altman, 1992:27-28). Bu nedenle
yalın üretim sisteminde iş değiştirmek kesinlikle bir olanak değil, bir kabus halini almaktadır.
İşçinin performansının değerlendirilmesindeki öznel kriterler,
ücret artışlarını veya yükselmeyi belirlediğinden, yönetim işten ayrılmasını
istediği bir işçiye düşük prim vererek onu bezdirme, yola getirme veya ayrılmaya
zorlama şansına sahiptir. Ayrıldığı zaman iyi bir alternatifin olmaması işçileri
yönetimin onayını ve beğenisini kazanmak için sürekli çaba göstermeye itmektedir.
Dolayısıyla, Japon işçilerinin firmaya bağlılıklarında ve yüksek çalışma
motivasyonunda aslında iş güvencesinin değil, sosyo-ekonomik koşulların
zorlayıcılığının son derece büyük etkisi olduğu açıktır. Bu yüzden, işçiler
geliştirdikleri yeteneklerini emek pazarında satma olanağından yoksun
bırakılmışlardır. Vasıflılık bu anlamda işçi için bir değişim değeri olma
özelliğini de yitirmiştir.
3.2.2- İş
Yoğunluğu ve Çalışma Süreleri
Birinci Bölümde ele
aldığımız gibi, kapitalist üretimin doğası gereği, sermaye emek sürecinde artık
değer üretimini mümkün olduğunca arttırmaya çalışmaktadır. Bunu
gerçekleştirmenin bir yolu üretim süresinin ya da çalışma saatlerinin mümkün
olduğunca uzatılmasıdır. Fakat Fordist üretim döneminde güçlenen sendikal
mücadele ile çalışma sürelerine belirli sınırlamalar getirilmiştir. Bu nedenle,
sermaye emek sürecinin tüm konrtrolünü ele geçirip, işin yoğunluğunu,
dolayısıyla emeğin üretkenliğini artırma yoluna başvurmuştur. Üretkenlik
artışı bazen işin örgütleniş biçimine müdahalelerde bulunarak, bazen de üretim
araçlarının da bu yönde geliştirilmesi sağlanarak yani, üretim teknolojisi
dönüşt ürülerek
elde edilmiştir.
Yalın üretimde artık değer üretimini artırmanın her iki yolu da
uygulamaya sokulmaktadır. Sekiz saatlik iş günü uzun bir sendikal mücadelenin en
önemli hedefi olmuş ve kazanılmış bir hak olmuşken, Japonya’da çalışma saatlari
esneklik adı altında uzatılabilmiş ve belirsizleşmiştir. Görevler tam olarak
tanımlanmamış, çok çeşitlenmiş ve fonksiyonel olarak esnekleştirilmiş olduğu
için, çalışma sürelerinin de belirlenmiş ve kesin bir başlangıç ve bitiş
noktaları yoktur. İşçiler işgünü daha resmi olarak başlamadan önce,
makinalarının ayar ve bakımını yaparak çalıştırmaya başlamak zorundadır.
İşgünü bitiminde de belirlenmiş tek şey olan üretim kotası dolmadıysa ücretsiz
mesai yapmak, iş istasyonunun etrafını temizlemek ve düzene sokmak, mesai dışı
kalite çemberi toplantılarına katılmak zorundadırlar. Kalan zamanda da yine
düzenlenen şirket toplantıları ve şirket-içi sosyal faaliyetlerle işçinin işle
bağlantısının kesilmesi engellenmektedir.
Diğer yandan, yönetimce belirlenen üretim kotaları her koşulda
doldurulmak zorundadır. Gün içinde makina arızaları veya hastalık nedeniyle işe
gelemeyen bir ekip üyesi, kotanın doldurulmadan işin tatil edilmesi için bir gerekçe
olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle, herhangi bir hatalı üretim, makina arızası ya
da kalıp değiştirme nedeniyle üretim durduğunda, işçiler ekip halinde büyük bir
hızla sorunu elbirliği ile çözmeye çalışmaktadırlar. Buna bağlı olarak da işin
temposu yükselmektedir. Yalın üretimde işçilerin şirketin verimliliğini arttımak
konusu ndaki
işbirliğinin altında böyle bir zorunluluk ve baskı yatmaktadır.
Ayrıca, işçi sayısının üretim hatlarında en alt sınırda
tutulduğu bilinen Japonya'da, fazla mesailerden (yalın üretime esneklik sağlayıcı
mekanizmalardan biri olarak), Batıya göre çok daha yaygın biçimde yararlanılmakta
olduğu görülmektedir. Örneğin, Almanya'da alışılmış fazla mesai düzeyi ayda 4-6
saat dolayında iken, Japonya'da 1984 yılında ayda kişi başına ortalama 14.2 saat
fazla mesai düşmektedir (Deutschmann ve Weber, 1987:3). Ayrıca, kalite çemberleri
uygulamalarının da parası ödenmemiş fazla mesailer olarak düşünülmemesi için
hiç bir neden yoktur. Bu tür “gönüllü” toplantılar ve rapor edilmemiş fazla mesailer de dahil
edildiğinde bu rakamın 2430 saate yükseldiği belirtilmektedir. Bu süre
Almanya’dakinden % 50 daha uzundur (Berggren, 1993:29).
Artan iş yoğunluğuna gelirsek, yalın üretim uygulamasını yerinde
görmek üzere Japonya’daki işletmeleri ziyarete giden Batılıları büyük hayrete
düşüren bir şekilde, işçilerin iş istasyonları arasında koşar gibi gidip
gelmelerine bakılırsa, böyle bir çalışma ritminin işçiler açısından cennet
olamayacağı açıktır. Toyota'dan verilen bir örneğe göre, bir işçi 8 dakika 26
saniyelik bir üretim çevriminde 35 tane farklı iş yapmakta ve bu süreç içinde gün
boyunca 6 millik bir yol katetmektedir. Başka bir araştırmaya göre, geleneksel Fordist
fabrikalardaki emek sürecinde işçiler dakikada yaklaşık 45 saniye üretken faaliyette
bulunurken, yalın üretim uygulamasında bu süre 57 saniyeye çıkmaktadır. Bu, normal bir çalışma haftasında bir
işçinin bir iş günü kadar daha fazla emek sarfediyor olması anlamına gelmektedir
(Smith, 1994:19).
Tüm bunların sonucu olarak, çok çalışmaktan ölüm vakaları, tam
otomasyon sistemlerinin yaygın olarak kullanıldığı, ileri refah düzeyine ulaşmış
bir ülke olarak görünen Japonya’da hemen hemen bütün sanayi dallarında giderek
artmaktadır. Şubat 1992’de Birleşmiş İnsan Hakları Komisyonuna Japonya’da senede
on bin dolayında çok çalışmaktan ölüm vakası rapor edilmiştir (Itoh, 1992:205).
Japon sendikacılığı geleneksel olarak sadece iş yerindeki ücret müzakareleri ile
ilgilendiğinden işçileri çok ağır fazla mesai yükünden korumak konusunda etkili
olamamaktadır.
Sonuçta da, hem iş süresinin uzatılması hem de iş yoğunluğunun
uzatılması, ikinci bölümde yalın üretim kısmında bahsettiğimiz gibi, işçiye
daha yüksek ücretler şeklinde geri dönmediği için, artık değer üretiminde Japon
sermayesi büyük bir başarı kazanmış olmaktadır.
3.2.3- Emek
Sürecinde Rotasyon ve Ekip Çalışması
Yalın üretimde ekip
çalışması hem üretim sürecinde yürütülen faaliyetlerin tek başına değil, ekip
halinde yürütülmesi anlamına, hem de grup odaklı, “gönüllü” olarak sürdürülen kalite çemberleri türü
faaliyetler anlamına gelmektedir. Ekip çalışmasının daha önceki kısımda (3.1) ele
aldığımız işletmecilik yaklaşımıyla öne sürülen avantajlarının ötesinde,
emek açısından ne gibi yansımaları olduğunu irdelemeye çalışalım. Bu çalışma
modelinde grubun kendine özgü görev dağılımı yapıyor olması, emek sürecinde
zaman bağımsızlığı olması, yani hareket serbestisi ve kısmi otonomisi olması emek
sürecinde kısmi bir kontrol anlamına gelebileceği düşünülse de, günlük
yönetimce belirlenmiş günlük üretim kotaları, emek açısından kazanım gibi
görünen bu avantajları anlamsızlaştırabilmektedir.
Diğer yandan, yalın üretimdeki ekip çalışması ve rotasyon
işçiden beklenen işlerin tanımlarını ve iş sınıflandırmasını tamamen
önemsizleştirmekte, bu da yönetimi işçilere iş vermekte ya da görevlendirmede
özgür kılmaktadır. Davranışları beğenilmeyen, yete rince özverili çalıştığına inanılmayan işçiler en
berbat işlerle görevlendirilebilmekte ve istifaya zorlanabilmektedir.
Kalite çemberleri ekipleri içinde işçiler, yönetimin
benimseyebileceği, üretim sürecini iyileştirici ve geliştirici önerilerde bulunmaya
teşvik edilirken, “kendilerini de geliştirmeleri” ve yeni işler
öğrenmeleri için cesaretlendirilirler. Yeni beceriler kazanmak, işçilerin ücret
skalasını da etkilemekte, aynı işi yapan işçilerin diğer işlerle ilgili daha
farklı bilgilere sahip olması, farklı ücret almalarına yol açmaktadır. Ayrıca,
ücretlendirme sisteminin kıdem esası ile birlikte personel değerlendirmesine
dayandırılması, ekip içinde işçilerin kendini öne çıkarmaya çalışmasına yol
açmakta, bu da hem ekipler arası bir rekabete, hem de aynı ekip içindeki işçilerin
birbirleri ile rekabet etmeleri ve yarışmaları sonucunu doğurmaktadır. Böylece de,
bir yandan aynı işi yapan işçiler arası dayanışma parçalanmakta, öte yandan
sendikaların belli ve eşit bir iş için ücret pazarlığı yapmaları zorlaşmak tadır.
Ayrıca, ekip çalışmasının tekil işçileri Fordist sisteme göre
çok daha yoğun iş baskısı altında tuttuğu görülmektedir. Örneğin, günlük
üretim kotası belli olan üretim hatlarında, Batıya göre daha az işçi
çalıştırıldığı zaten bilinen Japonya'da, işçinin hastalığı nedeniyle
gelememesi, genellikle aynı üretim hattındaki mesai arkadaşlarının daha fazla
çalışması sonucunu doğurmakta, bu da hastalanan işçilerde büyük bir suçluluk
hissi ile birlikte yoğun baskı yaratmaktadır. Bu yüzden Japon işçilerin işten hemen hemen hiç kaytarmadıkları
(dolayısıyla devamsızlık oranının çok düşük olduğu), hasta olduklarında
hastalık izni yerine yıllık izinlerini kullandıkları ve hatta yıllık yasal ücretli
izinlerinin de tamamını kullanmadıkları bilinmektedir. Fakat, Japon işçisinin
hastalık v.b. nedenlerle işe gelmedikleri günleri yıllık izinlerine
saydırmalarının bir başka nedeni de, ancak bu yolla tam ücret alabilmeleri aksi
halde, prim ödedikleri özel sigortanın kendilerine ücretlerinin sadece % 60' ını
ödemekte olduğudur (Deutschmann ve Weber, 1987).
Burada emek açısından
çok önemli olan nokta, ekipte işe gelmeyen olduğunda ekipteki diğer işçilerin daha
fazla çalışarak kotayı doldurmak zorunda olması mesai arkadaşlarının birbiri
üzerinde baskı oluşturmasına yol açarak işçiler arası dayanışmayı tamamen
ortadan kaldırmasıdır. Hatta bazı durumlarda ekip arkadaşlarının birbirlerine
verdikleri cezalar, yönetimin verebileceklerinden daha ağır olabilmektedir. Örneğin,
Meksika’da yalın üretim uygulanan bir otomobil fabrikasında bir gün önce işe
gelmemiş olan bir işçi, ertesi gün çalışırken başına, üzerinde “Bay/Bayan Kaçak (absentee)” yazan bir bant takmak zorunda bırakılmaktadır
(aktaran, Humprey, 1994:343). Hatta bazı işyerlerinde işçiler çalışma
arkadaşlarının işe dönmelerini sağlamak için kendisiyle direk iletişime
geçmektedirler.
Yalın üretimde ekip çalışması ve rotasyon modelinin doğası ve
ortaya çıkardığı baskıyla birlikte, çalışanlar arasındaki dayanışmanın yok
olması, işçilerin yaşlandıkça fiziksel ve psikolojik olarak daha az zorlayıcı
işlere doğru kayma şansını da ortadan kaldırmaktadır. İşin hızlı temposunu
sürdürme konusunda bir işçinin yavaşlığı ya da hata yapıyor olması, ekibin
istasyonundaki işlerin aksamasına yol açmaktadır. İlaveten, son derece hassas
zamanlanmış tam zamanında üretim sisteminde, bir ekibin işleri aksatmasıyla
sıradaki bütün ekiplerin işleri etkilenmektedir. Bu yüzden, kendi kendini düzenleyen
(oto düzenleyici) ekip sisteminde herkes herkesin işine karışıyor hale gelmektedir.
Dolayısıyla, 50-60 yaşı na geldiklerinde artık başa çıkamayacakları kadar yoğun işlere mahkum edilen
işçiler için ömür boyu istihdam garantisinin de pek bir anlamı kalmamaktadır.
Sonuç olarak, yalın üretimde emek-sermaye çelişkisi ortadan
kalkmamakta, buna ilave olarak işçilerin kendi aralarında çıkacak sürtüşmelere ve
işçi sınıfının kollektif örgütlülüğünün önüne set çekebilecek olan
çelişkilere de yol açacak bir biçimde yaşanır hale gelmektedir
(Smith, 1994:21).
3.2.4-
İşçi Motivasyonu
Yalın üretim
gerçekten işçilerin becerilerine dayanan, onlardan fedakarlık, çalışkanlık ve
bağlılık isteyen bir sistemdir. İşçinin samimi olarak işbirliğini talebeder.
Yönetimin işgücünün uyumunu ve işbirliğini kaybederse, işçiler iyileştirme
önerileri geliştirmekten vazgeçiverirler ya da düşük stokla çalışan tam
zamanında üretimde ince dengeleri bozacak şekilde davranıverirler. Bu yüzden yönetim
çok dikkatli davranmak zorundadır.
Ancak bu durum iddia edildiği gibi, yönetimin kendiliğinden işçi
çıkarlarını gözetmeyi getirmez. Fordist üretim sisteminde emek sürecinde sermaye
(birinci bölümde ele aldığımız gibi Taylorist ve Fordist üretim organizasyon
teknikleri ile) emeğe bağımlılığını en aza indirmeye çalışılırken, yalın
üretimde işçilerin iteati,özverisi, işi benimsemesi ve firmaya bağlılığı
çeşitli yönetim stratejileri ile sağlanmaya çalışılır.
Endüstriyel eyleme son derece duyarlı olan sistem tarafından
uygulandığı ülkenin sosyo-ekonomik koşullarına çok bağlı olarak da geliştirilen
bu stratejileri kabaca, baskıya ya da ideolojiye dayanan olmak üzere iki grup içinde
düşünebiliriz. İki strateji de güçlü sendikal hareketin olmadığı ve yüksek
düzeyde bir işçi sınıfı bilincinin oluşmadığı durumlarda son derece başarılı
olduğu ispatlanmış stratejilerdir. Sermaye bu nedenle -doğal olarak-, yalın üretim
organizasyon sisteminin çalışmasına veya başarısına olumsuz yönde etkili
olabilecek sendikal hareketi minimuma indirgemeye ve esnek bir işgücü yaratmaya
çalışmaktadır.
Daha önceki bölümde ücret sistemi, ekip çalışması modeli gibi,
sistem çalışırken aynı zamanda baskı da oluşturan stratejileri ele almıştık.
Ancak yalın üretimde sisteme uygun işçilerin yaratılabilmesinde ideolojinin çok
önemli bir rolü vardır: Herşeyden önce, son derece şiddetlenen rekabet karşısında
firmalarının ayakta kalabilmesi için yalın üretim zorunludur. Ayrıca şiddetlenen bu
rekabet ortamında firmanın başarısı için gerekli olan her türlü esneklik
sağlayıcı yöntem ve araçların benimsenmesi kaçınılmazdır.
Yalın üretimin Fordizmden farklı olarak, işçiyi insan yerine
koyuyor olmasının (per sonel bölümlerinin bundan böyle “insan kaynakları bölümü”
olmasının) büyük etkileyiciliğine rağmen, sendikalar veya işçiler yalın üretim
uygulamalarına karşı çıkarlarsa, bu teknikleri uygulayamadıkları için rekabet
karşısında yenik düşecek olan firmalarının kapanma riskini de göze alıyo
demektirler. Böyle bir şeyin vebali tamamen onların boynunda olacaktır. O yüzden
işçiler ve sendika firmanın rekabet gücünü artırmak için ne lazımsa yapması ve
firmayı kapanmaktan koruması gerekmektedir.
Post-Fordist üretimde “esneklik”,
“kalite” ve “müşterinin
seçim hakkı” sürekli tekrarlanan anahtar kavramlar haline gelmişlerdir.
Uygulamaya karşı çıktığınız takdirde tanım itibariyle ve otomatikman “kötü kalite” ve “katı üretim” yanlısı ilan edileceksiniz demektir. Bu da
müşterinin seçme hakkını, ona ucuz ve kaliteli mal sunmayı red etmek anlamına
gelmektedir. Halbuki müşteriyi sürekli olarak en ön planda düşünmeniz ve onun
isteklerini bütün diğer çıkarlardan üstün tutmanız gerekmektedir.
Genel olarak bu ideolojinin benimseti lmesinin yanı sıra bir işyerinde yalın üretimin
başarı ile uygulanabilmesi için şirket-içi bir kültürel dönüşüm gerekmektedir.
İşçi, ortak bir şirket kültürü, şirket marşı ve şirket bayrağı gibi çeşitli
ideolojik unsurlar ya da yöntemlerle motive edilip, böylece iteatkar, fedakar,
çalışkan ve şirketine bağlı işçiler haline getirilmektedir. Şirketle
özdeşleşme sonucu, işçiler ürettikleri ürünün kalitesinden ve şirketin
başarısından gurur duymaktadır. Tek başına bu bile işçiler için memnuniyet
kaynağı olabilmektedir (Berggren, 1993:27)
Ancak, işçilerin yalın
üretimdeki koşullardan memnuniyetleri kısa bir süre sonra değişebildiği de
görülmektedir. Örneğin, Kanada’nın Ontorio eyaletindeki General Motors-Suzuki ortak
girişiminde yürütülen iki turlu, iki yıl süren bir araştırmanın bulgularına
göre, işçiler birinci turda öneri geliştirme faaliyetlerine % 71 oranında
katıldıklarını ve çoğunluğunun kalite çemberi uygulamalarını desteklediklerini
ifade etmişlerdir. Araştırmanın ikinci turunda ise, ekip çalışmasının işçilerin
birbirleri üzerinde baskı kurmalarının bir aracı olarak gören işçi sayısı sekiz
aylık bir sürede % 19’dan % 41’e yükselmiş olduğu gözlenmiştir. İşçilerin %
78’i fabrikada bütün gücün hala yönetimin elinde olduğuna inanmaktadır
(Richardson ve Kilmis ter, 1994:64).
Başka bir çalışmada,
yalın üretimin diğer ülkelerde başarı ile uygulanıp yüksek verim elde edilmesinde
personel seçiminin son derece belirleyici olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu iş
yerlerinde işçi adaylarına zeka ve el becerisi testlerinin dışında, hırs,
insiyatif,yaratıcılık, grup liderliği ve uyumluluk gibi özelliklerde ölçüt
oluşturabilecek kişilik testleri, tıbbi kontrol ve uyuşturucu testleri
uygulanmaktadır. Bu testlerin sonucunda işe alınmaya hak kazanan elemanlar kişisel
hırsları ve grubun en iyisi olma yönünde rekabet etme dürtüleri yüksek olan
kişiler olmaktadır (Berggren,1993:26).
İş koşullarını işçilere cazip hale getiren unsurlardan biri de,
kendilerinin geliştirdikleri önerilere değer verilmesidir. Her ne kadar ilgi
gösterilen öneriler daha çok verimlilik artışı ile ilgili olanlar ise de, işçiler
fikirlerine değer verilmesinden çok memnun olmaktadırlar. Sorunları keşfetmek,
kökenlerini ortaya çıkarmak ve çözüm geliştirmek, beyin güçlerini kullanma
fırsatı yaratıyor olmasından dolayı işçilere doyum vermektedir (Necef, 1994:259).
Çoğu işçi memnuniyetini “insan yerine
konuyoruz” şeklinde ifade
etmektedir. Ayrıca, “açık ofis kapısı”, “patronla sabah kahvaltısı” gibi
uygulamalar işçilerin motivasyonunu artırmak ve huzursuzluklara sendikadan önce el
atmak açısından son derece önemli uygulamalardır. Bu yöntemler gelişmekte olan
ülkeler için daha da etkili olabilmektedir (Brezilya örneği için, bkz. Humprey,
1994:342).
Türkiye’de Sabancı Holding’in Endüstri İlişkileri Daire
Başkanının ağzından kalite çemberleri yoluyla yaratılan motivasyonu izlemek
ilginçtir: “Çemberlerin başarısında bir takım sloganların büyük faydası
vardır. Önce ‘Değişelim’ demişlerdi, sonra ‘Daha fazla Değişelim’
sloganını buldular. 1993’de ‘Şirket Biziz’ dediler. ‘Etkili Çalışalım, Etkili Olalım’
gibi sloganlar da buldular. Çemberler kendilerine ilginç isimler de koyuyorlar: ‘Fırtına’, ‘Özveri’, ‘Atılgan’ gibi...” (TOBB,1995).
Ülkemizde yalın
üretimin yeniliğine ve hatta çoğunlukla yanlış anlaşılmasına ve eksik
uygulanmasına rağmen, özellikle kalite çemberlerinin kazandığı yaygınlık ve “firma kültürü”
adı altında “insan kaynakları” yöneticilerinin yarattığı
ideolojik etkinlik önemli boyutlara ulaşmış bulunmaktadır (Ansal ve Necef, 1994).
Başa dön
SUNUŞ
GİRİŞ
1- KAPİTALİZMDE TEKNOLOJİK GELİŞMELER
2- POST-FORDİST ESNEK ÜRETİM ORGANİZASYON SİSTEMLERİ
3- POST - FORDİST ÜRETİMDE SERMAYE / ÜCRETLİ EMEK İLİŞKİSİ
4- POST-FORDİZMDE SENDİKAL HAREKET
5- SONUÇLAR VE SENDİKAL TALEPLER
KAYNAKÇA
birmet@ibm.net |