Çok değerli izleyiciler, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Böyle bir toplantının yapılmasını takdirle karşılıyorum, çünkü
MAI artık globalleşen sermayenin hukuk ve kurum düzeyine yansımasının çok önemli
bir göstergesidir. Bugün burada çok değerli meslektaşlarımla bunları
tartışacağız. Bana verilen görev çerçevesinde, toplantıyı yürüteceğim. İlk
konuşmacı olarak da genel boyutları ile MAI’yi yorumlamaya çalışacağım.
MAI anlaşması çok yeni bir şey değil. Bizim bunu
Türkiye’de yeni yakalamış olmamız da çok önemli değil, zira anlaşma, Batı
aleminde de suyüzüne yeni çıktı. Anlaşmanın 1997’de olgunlaşarak imzaya
sunulması planlanıyordu. Önce WTO içinde karara bağlanması planlanan anlaşma ,
Amerika’nın yönlendirmesiyle OECD içerisine alınmış ve 29 ülke arasında
tartışılmaya açılmıştır. Konunun 1997 yılında dünya kamuoyuna sızması
nedeniyle, hem bu ülkelerde hem de dünya kamuoyunda muhalefetin yükselmesi sonucunda
süreç uzamıştır ve daha da uzayacağa benzemektedir.
Kapı aralarından sızan haberlerden ve VEB
sayfalarından gelen bilgilerden anlaşıldığı kadarı ile, hala gelişmiş ülkeler
arasında, yani ekonomileri az çok birbirine yakın ülkeler arasında dahi çok çetin
bir çatışma sürdürülmektedir. Bunların olması çok doğal, zira biliyorsunuz,
Dünya Ticaret Örgütü kurulurken, GATT oluşturulurken, Uruguay Anlaşmaları
yapılırken de çeşitli alanlarda ve özellikle de tarımla ilgili konularda gelişmiş
ülkeler arasında çok büyük çatışmalar oluyordu. Sermaye küreselleşiyor,
globalleşiyor ve artık serbest ticaret, serbest üretim söz konusu diye dünyaya
yayılan bütün yaygaralara rağmen, Amerika’da dahil olmak üzere, en güçlü
ülkeler dahi ekonomilerini koruma gayreti içine düşmüşlerdi. Avrupa’nın en
güçlü ülkeleri kendilerini ve özel alanlarını korumaya yöneliyorlar.
Bu bir şeyi gösteriyor; bizim gibi ülkelere ulusal
devletin yıkıldığını, artık böyle bir şeyin kalmadığını dayatmaya
çalışıyorlarken, maalesef bizim entelektüellerimiz, ya da kendilerine aydın
sıfatını veren insanlarımız da bunu bir beceri, bir marifetmiş gibi kabullenip, bu
fikirleri topluma yaymaya çalışırken, onlar kendilerini koruyorlar. Bayağı ciddi
mekanik unsurlarla, yani bazen gümrüklerle koruyorlar, bazen fiili tahditlerle
koruyorlar, bazen anlaşmalarla koruyorlar. Ve MAI’de şunu görüyoruz ki, güçlü
devletler, anlaşmayı geciktirerek ve süreyi uzatarak, kendi isteklerini ve kendi
koşullarını anlaşmaya eklemeye ve böylece kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Yasaya geçmeden, MAI’nin ikinci yüzüne biraz
değinmek istiyorum. Ben yeryüzüne MAI’nin gelmesinden mutluyum doğrusu. Neden
mutluyum? Türkiye açısından veya sermaye açısından mutluyum diyemiyorum. Hayır, bu
açıdan mutsuzum. Sistem kendi iç dinamikleri ile çalışırken, sistem içinde bir
muhalefet geliştirebilmek veya onu düzeltici önlem almak, ona karşı ezici güçlere
karşı kendimizi korumak fazla mümkün değildir. Bunu artık anlamamız gerekmektedir.
MAI belki biraz da kafamıza vurarak, bunu bence bize anlatıyor. Kapitalist sistem veya
herhangi bir sistem içinde, bir hakim güç kendisine yönelik bir politika
geliştirdiğinde, buna karşı bir önlem alabiliriz aldatmacasına kapılıyoruz. Bu
duruma karşı hakim güçler pek fazla itiraz etmiyorlar. İki sebepten dolayı itiraz
etmiyorlar. Birincisi, kendi güçlerine güvenerek, nasıl olsa bunu aşacağız
diyorlar; ikincisi ise, bu bağlamda düzeltilecek bir şey varsa, karşısındakine biraz
taviz vermek pahasına da olsa, buna razı oluyorlar. Bu uygulama, hem karşılıklı
uzlaşarak ve anlaşarak yürümeyi, hem de gerçekten anlamlı görülen yerlerde sistemi
ıslaha yönelik düzeltmeler yapmayı ve böylece sistemi yumuşatmayı sağlıyor. Bu
süreç içinde, muhalefet cephesi görevini yapmış ve hakkını almış duygusuna
kapılırken, saldırı cephesi ise, kendi rayı üzerinde mesafe almış oluyor.
Ne var ki, sistem sıkıştıkça çok uluslu sermaye de
tüm arzu ve isteklerini bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor; artık eldivenler
çıkıyor ve maskelere gerek kalmıyor. Genelde düşünülenin aksine, MAI, devletleri
ortadan kaldırmıyor, fakat, tam tersine, devleti koruyarak, onun görevini uluslararası
sermayenin çıkarlarını korumak olarak yeniden tanımlıyor. Bu bir anlamda, göreceli
de olsa, ulusun çıkarlarını korumaya yönelik olan devlet aygıtını, çok uluslu
sermayenin çıkarlarını korumaya memur kılıyor. MAI, tüm bu yeni yapılanmanın
hukuksal yanını ifade etmektedir.
Bu anlaşmanın dışında kalınabilir mi? Ben bu sistem
içinde, periferi konumdaki bir devletin sistemin dışında kalması ne kadar olasıdır,
bilemiyorum. Bunu tartışacağız. Çünkü, sistemin dışında kalanların muazzam bir
izolasyona tabi tutulacağını düşünüyorum; bu ülkeler teknolojik ve sermaye
izolasyonuna tabi tutulacaktır. Sanayi ülkelerinin teknolojisine yetişmek için bizim
gibi ülkelerin muazzam bir sermaye birikimi yapmaları gerekecek. Bunun ise nasıl
olacağını, bilemiyorum!
1860’larda Tokyo limanına bir kaç Amerikan savaş
gemisi yanaşıyor. Tarihte bu olay "kara gemiler olayı" olarak anılır.
Gemilerin komutanı olan Perry, ikmal yapacaklarının ve limanın açılmaması durumunda
top ateşi ile limanı açmaya çalışacaklarını bildirir. Doğal olarak, hiç bir
yönetici böyle bir emre boyun eğmez. Nitekim Japonlar da eğmediler, fakat Tokyo
limanı top ateşi ile açıldı. Günümüz dünyasında artık top devri kapandı,
şimdi başka araçlar devrede.
MAI uluslararası sermayenin haklarını koruyan uluslararası bir anayasadır. Bunun
anlamı; her ulus, imza koyması koşulu ile, bu anayasaya uymak mecburiyetindedir. Yani,
bütün yasalar bu anayasa ile uyum içinde olmak zorundadır. Dolayısıyla, ulusal
yasaların bu anayasaya uyumlaştırılması gerekmektedir. Ben konuşmamı hukuk
bağlamında sürdürmek istiyorum. Bu konuda neler söylediğini üç alt başlık
altında görelim. Gerçi metin her an değişiyor, fakat genel olarak kabul görmüş
kıstaslara uyarak anlatımı sürdürmek istiyorum. Burada kısaca belirtmek istediğim
konular şu genel başlıklar altında toplanabilir:
1- Politik haklar; yani sermaye yeryüzünde politik
haklar talep ediyor.
2- Politik haklar elde edebilmek için, politik güç talep ediliyor.
3- Bunu oluşturduktan, koruduktan sonra, bunun sürdürülmesi için de politik
liderlik talep ediliyor.
Hukuk bağlamında, sermayenin tüm gittiği coğrafi
alanlarda kendi çıkarlarını koruması, oralarda icraat yapabilmesi için gerekli
hukuki çerçeve çiziliyor. Politik haklar başlığı altında yine
hatırlayacaksınız, belirli boyutta yatırım yapan uluslararası yabancı sermayedarlar
ve bunların kilit elemanları üstün vatandaş statüsüne tabi olacak ve yatırım
yapılan ülkeye hiç bir tahdide tabi olmadan istedikleri anda girip çıkabilecekler. Bu
konuyu biraz irdelememiz lazım. Benim yorumum şöyle; kilit elemanlar ne demek? Bu
tür bir yatırım bir ülkeye teknoloji getirir mi? Fizik olarak baktığımızda evet
getirebilir, ancak reel olarak, ekonomik olarak baktığımızda ise, şu görüntü
oluşuyor. Bir sermaye grubu bir ülkeye gidip teknoloji-yoğun yatırım yapabilir.
Ancak, MAI hükümleri çerçevesinde, kendi kilit elemanlarını o ülkeye götüren bu
sermaye, ne yan kuruluşları bu teknolojiden yararlandırır ne de ülke ihracatına
katkı yapar. Sonuçta, fizik olarak o ülkeye teknoloji gelmiş olmaz. Sadece, bu süreç
içinde, yabancı firma o ülkenin coğrafi alanını kullanmış ve bu arada bazı mali
ve ekonomik avantajlardan da yararlanmış olabilir.
İkinci konu, politik haklar başlığı altında kapsanan
alanla ilgilidir. Bu bağlamda kapsanan alan, sadece maddi yatırımları değil, fakat
her türlü maddi olmayan hakları, telif haklarını, sanatsal yapıtlar üzerindeki
hakları ve menkul değerler alanları da kapsamaktadır.
MAI’nin en ilginç hükümleri arasında "milli
işlem ilkesi" ve "en fazla tercihli ülke ilkesi" de yer almakta ve
böylece uluslararası sermaye hem gittiği ülkelerde yerli sermayeye, hem de diğer
uluslararası sermaye avantajlarına karşı kendisini güvenceye almaktadır. Milli
işlem ilkesine göre, bir ülkeye giren çok uluslu sermaye, o ülkenin kendi sermayesine
tanıdığı avantajların hepsine sahip olacaktır. Hiç bir ülke, çok uluslu
yatırımlara sağladığı avantajlardan daha fazlasını kendi sermayesine
sağlayamayacaktır.
En fazla tercihli ülke ilkesinde ise, bir ülkeye giren
tüm çok uluslu sermaye aynı avantajlara sahip olacaktır. Zira, hiç bir ülke herhangi
bir çok uluslu yatırıma diğerlerinden daha avantajlı bir ortam sağlayamayacaktır.
Görülüyor ki, böylece çok uluslu sermaye hem gittiği ülke sermayesine karşı, hem
de çok uluslu sermayelere karşı kendisini korumuş olmaktadır.
Milli işlem ilkesi bir yandan hükümetlerin siyasal
manevra alanını daraltırken, diğer yandan da sorumluluklarını genişletmektedir.
Zira, herhangi bir ülke sorununun çözümüne yönelik bir talep yabancı sermayeye
karşı geliştirilemeyince, bunun çözümü hükümetlere ve/veya yerli sermayeye
düşmektedir. Örneğin, bölgesel kalkınma yada başka bir konuda yabancı sermayeden
yardım alınamayınca, bu görev için yerli sermaye devreye sokulacaktır. Bunun anlamı
ise, yerli sermayenin ağır bir yük altına sokulması ve böylece çok uluslu sermayeye
karşı dezavantajlı bir konuma itilmesidir.
Gerek milli işlem ilkesinin, gerek en fazla tercihli
ülke ilkesinin etkin olarak işletilebilmesi için, şeffaflık ve demokrasi şart
koşulmaktadır. Bu bağlamda şeffaflık ve demokrasi, söz konusu ilkelerin
işletilebilmesi ve denetimin sağlanması açılarından, geçtiğimiz yıl
TÜSİAD’ın talep ettiği demokrasi yada ILO’nun talep ettiği çocuk emeğinin
yasaklanması uygulamalarına analojik olarak görülebilir. Zira, artık formel bir
yapıya kavuşmuş olan sermaye kesimi, enformel ilişkilerle anormal hızda büyüyen
sermayenin önünü kesmek istemektedir. İşte MAI’deki göstermelik demokrasi ve
şeffaflık uygulaması da böyle bir nitelik taşımaktadır.
MAI’nın önemli diğer bir hükmü de, kendisinin
haksız rekabet olarak nitelediği eylem veya davranışlar sonucunda ilgili hükümetten
tazminat talep etme hakkının ortaya çıkması ile ilgilidir. Örneğin, sigaranın
sağlığa zararlı olduğu yönünde yapılan bir propaganda sonucunda, çok uluslu
yatırım, bundan zarar gördüğünü ileri sürerek, uluslararası tahkim komisyonu
kanalı ile tazminat talep edebilecek. Böylece, çok uluslu yatırımların hakim olduğu
ortamlarda tüketim kalıpları da bu güçlü ajanlar tarafından topluma dikte edilecek
ve bu gelişmeye kimse müdahale edemeyecektir.
Toplumsal çıkarın ihlali sadece tütün konusunda değil, fakat örneğin nükleer
enerji konusunda ya da daha bir dizi başka konuda da gündeme gelebilecektir. Şu anda
Eurogold firması ile ilgili konu da kamuoyunun dikkatinde. İşin ilginç yanı, MAI’ye
imza koyduktan sonra, bu hükümler imzadan önceki yatırım ve işlemler için de
geçerli olacağından dolayı, artık ulusal yargı kararları da hükümsüz olacaktır.
Bu saydıklarım politik haklar başlığı altında yer
alan esas oluşumlardır. İkinci ilke ise, politik güçtür. Örneğin,
özelleştirmeler esnasında uluslararası sermaye ile milli sermaye arasında hiç bir
ayrım gözetilmeyecek ve ikisi de aynı işleme tabi tutulacaktır. Bu salonda da
yaptığımız bir çok özelleştirme tartışmalarında, yasa tasarısına katılmak
istemedik. Bu mücadele, hisselerin büyük bölümünün yabancıların eline geçmemesi
için yapıldı. Hatta kanıtlar gösterildi, Fransa’da da şirket hisselerinin
%40’ından fazlasını yabancılara satmıyorlar. Başka ülkelerde de bu tür
uygulamalar çeşitli biçimlerde yapılıyor, ama MAI’den sonra bu tür uygulamalar
yapılamayacak. Dünya, bir bütün ülke gibi kabul edilerek, tüm sermaye aynı işleme
tabi tutulacak, kamunun elindeki ekonomik ünitelerle ilgili piyasa işlemlerinde de
uluslararası sermayeyi dezavantaj konuma sokabilecek bir hüküm uygulanamayacaktır.
Yabancı sermayeyi dezavantajlı konuma sokabilecek hiç bir işlem, hiç bir ekonomik
politika uygulanamayacak.
Son olarak, ev sahibi devletin çıkardığı yasalar veya uygulamaya dönük aldığı
kararlar nedeniyle ulusötesi şirketin karında bir azalma olduğu takdirde yabancı
şirketin devlet aleyhine tazminat talep etme hakkı doğacaktır. Bunu daha fazla
açmayayım. Zaten çok açık ve nettir.
Üçüncü önemli ilke, politik güvenlik ayağıdır.
Burada MAI anlaşmasını imzalayan her ülke kendi hukuk sisteminde, uluslararası
sermayenin çıkarlarıyla çatışan tüm hükümleri ortadan kaldırarak, tam liberal
bir ortam oluşturacaktır. Bu bir taahhüttür. Yani diyoruz ki, biz şimdiye kadar
bunları yaptık, ama şimdiden sonra liberal bir sistemi getirmeyi taahhüt ediyoruz. Bu
da yetmiyor. Bu liberalizm uygulamasında süreklilik de garanti altına alınacaktır.
Burada "mandal etkisi" adı verilen bir etki söz konusudur. Yalnızca sistemin
liberalleştirilmesi ile yetinilmiyor. Bunun süreceği de garanti altına alınıyor. Bu
uygulamalar, yani liberalizasyon uygulamaları MAI’den önce gelmiş olan yabancı
sermayeye de uygulanacaktır.
MAI’ye girmiş olan bir ülke 5 yıl bitmeden bu
anlaşmadan çıkamayacak. Ama 5 yıl sonra çıkabilir. Fevkalade hür ve serbest o zaman
çıkmakta. Peki çıkarsa ne olur? 5 yıl sonra sözleşmenin feshi kabul edilmekle
beraber, bu tarihten itibaren 15 yıl, bu süre ile bu hükümler geçerliliğini
sürdürecektir. Yani ancak 15 yıl bittikten sonra bu hükümler kalkabilir. Bu ne
demektir? 5 yıl zaten çıkılamıyor, 15 yıl da uygulamalarda devamlılık, bu demektir
ki 20 yıl fiilen MAI’nin içindesiniz.
MAI’nin çok genel hatlarla ve mekanistik bir anlatımla
çerçevesi bu. Bir şey çok net geliyor bana. O da şu: Sermaye hakikaten artık kendi
aşamasının sonuna gelmiş olabilir mi, bilmiyorum. Tarihsel olarak, ileri aşamada
sermayenin olgunlaşmış halinin çok tipik bir göstergesidir bu. Artık sermaye, yani
sabit ve değişir sermaye bileşimleri itibariyle, muazzam bir sabit sermaye ve teknoloji
yoğunluğunu ifade etmektedir. Bir anlamda bu bir matüre, olgunlaşma halidir.
İkincisi, bütün ulusların ekonomik olarak sınırları çiğnenecek, fakat hukuksal ve
politik olarak ulus devletin sınırları korunacaktır. Bunun anlamı nedir? Sermaye
hangi devlete giriyorsa, ekonomik açıdan bütün çıkarları elde etmek isteyecek,
bütün yararları özelleştirerek kendisine alacak, ama orada olacak bütün maliyetleri
kamulaştırarak veya uluslaştırarak, o ulusun sırtına yükleyecektir. Bu eski
sömürgeciliğin çok yeni bir versiyonudur. İlk sömürgecilik döneminde de Belçika
Kongo’ya gittiğinde Kongo’yu kesinlikle Belçikalaştırmadı. Belçika’nın hukuk
sistemini, Belçika’nın ekonomik sistemini oralara taşımadı. Kasıtlı olarak bunu
yaptı. Niye yaptı? Çünkü, oradan sadece yararlanmak amacıyla gitmişti.
Belçika’dan kaçıyordu. Zaten sermaye oraya giderken insan almak için, yeraltı
kaynağına ulaşmak için ve o ucuzluğa, o bilinçsizliğe gidiyordu.
İşte şu anda aynısı MAI’de görülmektedir. Onun
için ben ulus devletin kaldırıldığı mantığına katiyen katılmıyorum. Ulus
devletin çıkarları nasıl sağlanabilir, bunu bilemiyorum!
İhracata yönelik denebilir ki, "efendim güzel de
niye dinozorluk yapıyorsunuz, yabancı sermayenin gelmesi ve teknoloji getirmesi fena
mı?" Ben kuşkuluyum bundan; yukarıda da gördük ki, çok uluslu yatırımın,
gittiği ülkeye teknoloji götürmek gibi bir kaygısı söz konusu değil. İkincisi,
acaba ihracatımızı arttıracak mı! Bence, bu da olası değil. Hatta bir hüküm var,
burada. Giren yabancı sermayeye hiç bir şekilde ulus ekonomisini geliştirebilecek
koşullar, örneğin ilave iş olanakları yaratmak, istihdam olanaklarını genişletmek,
üretimde bir oranda yerli girdi kullanmak, ihracata katkıda bulunmak ya da teknoloji
getirmek gibi koşullar ileri sürülemeyecek. Bunlar hukuksal hükümlerdir.
Bu çok önemlidir. Hiçbir yerde katkı beklememizin gereği ve gerekçesi yoktur. MAI
geldikten sonra böyle bir koşul ileri süremeyiz. Oysa, bugün bu koşulları ileri
sürebiliyoruz. İş insanlarımız da bugün yabancı sermayenin gelmesini bu tür
avantajlarla haklı gösteriyorlar. Eğer bu avantajlar da kalkacaksa, durumu yeniden
gözden geçirmek gerekebilir. MAI’nin kabulünden sonra gelecek olan yabancı sermaye,
doğal olarak, ihracat da yapabilir. Bu konuda bir engelleme söz konusu değil. Ancak
böyle oluşturulacak değer içinde çok büyük payı, bu sermaye ile ülkeye gelmiş
olan kilit elemanların kazancı ve kar oluşturabilir. Bu değerler de yurtdışına
transfer edileceğinden dolayı, bu işlemden ülkenin bir kazancı olmaz.
Ben şimdi bu organizasyonu yapan arkadaşlarıma,
sendikalara ve sizlere teşekkür ediyorum. Ama size çok acı bir şey de söylemek
istiyorum. O da şu: Özelleştirme tartışmaları yapılırken sendikalarımız da dahil
hep şu söylemi dile getirdik. Özelleştirme yapılabilir, yeter ki, iş güvenliği
sarsılmasın, işletmeler bu kadar ucuza verilmesin, sermaye tabana yayılsın. Olmaz
böyle şey! Bu ne kadar olmayacak şeydir. Bu, şunun kadar olmayacak şeydir. Bu
iklimde, bu beslenmede, bu biyolojide ve kültürde sarışın bir ırk yetiştirmek ne
kadar mümkünse, özelleştirmenin gerçek fiyatıyla yapılması da ancak o kadar
mümkündür. Kaldı ki, gerçek fiyatıyla yapılması halinde de, özelleştirmenin emek
ile ilgili sonuçları yada kar/emek oranı ile ilgili sonuçları oldukça belirlidir.
Her sistem kendi dinamikleriyle çalışır; isteksel
olarak sistemlerde değişiklik yapılamaz. Sisteme dışarıdan müdahale son derece
zordur. Böyle bir şey fazla da olası değildir. Çünkü, bu sisteme hakim elemanlar
bütün mekanizmaları ele geçirdikten sonra, kendi işine geldiği zaman, bazı
konumlarda kendi avantajlarından bir miktar fedakarlık yaparak, biraz sus payı
verebilir ve biraz manevra yapabilir. Böylece, sistem uzun-dönemde kazanabilir. Ben
sosyal refah devleti politikalarını bir kazanım olarak görmüyorum. Dünyada
geliştirilmiş ve uygulanmış olan sosyal refah devleti ilkesi de böyle bir şeydir.
Eğer kazanım idi ise, niye bugün de kazanamıyoruz?
İşin dinamiğine bakmak mecburiyetindeyiz. Biz bir trene
binmiş gidiyoruz. Gidiş yönümüzü ve son durağımızı çok iyi kestirmek
zorundayız. MAI yeni bir olay değildir. MAI ile ilgili, özelleştirmeyle ilgili kim
konuşuyorsa onu bütün hayat hikayesiyle dinlememiz gerekmektedir. Çünkü,
özelleştirme ile ilgili konuşanlar çıkar sahibi olabilirler. MAI ile ilgili
konuşanlar da çıkar sahibi olabilirler. MAI Türkiye’ye geldiğinde, büyük sermaye
batı sermayesi ile entegre olabilecek, onun biraz taşeronluğunu yaparak, kendisini
kurtarabilecek, hatta belki de biraz teknolojik sermayeye dahi sahip olabilecektir. Bundan
kuşkunuz olmasın. Küçük ve orta boy sermaye ise, şu anda işin farkında
olmayacaktır.
Fakat bütün bu pislikler küçük ve orta boy sermayeye yıkılacağından dolayı,
kapitalizmin tipik kuralı olarak, büyük sermaye küçük sermayeyi alt edecektir, onu
içinde eritecektir. Sermaye birikimi oluşumu kesinlikle bu yönde gelişecektir.
Dolayısıyla, MAI ile ilgili fikrimi son derece açık ve net koyuyorum. Biz bu
anlaşmaya imza koymayalım. Koyalım, ama şu hükümleri getirelim demeyelim, çünkü,
böylesine bir pazarlık gücünü ben öngöremiyorum. Çok açık ve net söylüyorum.
Dinlediğiniz insanların sınıf bilincine, hatta daha da ileri gidiyorum, sistem
bilincine sahip olması gerekiyor. Lütfen buna dikkat edelim. Hepimiz buna dikkat
etmeliyiz.
Değerli başkan bundan sonra ne tür eylemler
yapacağımızı sorgulayarak, gündeme getirdi. Burada, bence dikkati olmak gerekiyor.
Zira, tüm sosyo ekonomik konular olduğu gibi, bu konuda olduğu gibi, bu konu da farklı
kesimlerin farklı çıkarları ile ilgilidir. Her kesimin sözcüsü o kesimin
çıkarları doğrultusunda konuşacaktır. Emekçi kesim hem kendi kararını
oluştururken, hem de komuoyuna yönelik tartışmaları sürdürürken bu noktayı çok
açık olarak ortaya koymak zorundadır. Büyük sermayenin MAI’nin uygulanmasında
önemli çıkarları söz konusudur. Zira, büyük sermaye çok uluslu sermaye ile
işbirliği içinde davranarak, bugünkü politik gücünü arttırıp, kendisine daha
büyük ekonomik çıkarlar sağlayabilir. Ancak açık ki, böylesine bir uygulama
içinde, güçlü uluslararası sermaye ile işbirliği çerçevesinde ekonomik
çıkarını yükselten yerli sermaye, emekçi halk ve tüm toplum aleyhine bu
faaliyetlerini sürdürüyor olacaktır.