İyi pazarlar dilerim. Birleşik Metal-İş Sendikasından
ilk kez bu daveti aldığımda tam olarak neye deyineceğimi bilmiyordum. Ama konuyu
öğrendiğimde, böyle bir olayın gündeme getirildiğine çok memnun oldum ve Birleşik
Metal’e bir kez daha teşekkür ediyorum.
Ama çok değerli ekonomi profesörleri ve uzman arkadaşlarımın aktardığı
bilgilerden sonra konuşma planımı değiştirdim. A planından C planına geçmeye karar
verdim. Ben, sizlere "Kayınların arasından sarı, sıcak bir pencere açmaya"
çalışacağım (çevre penceresinden).
Şimdi bakınız, MAI’nin olası çevresel etkileri.
Akademik süreye sadık kalarak konuşmama başlayacağım. Ama sizden lütfen benim
söyleyeceklerini yanlış anlamayınız. Ben ekonomi kelimesini reddediyorum.
İlhan Talınlı felsefesi olarak söylüyorum. Ben bir ulusun mensubu olarak değil bir
insan olarak söylüyorum. Türkiyeliyim ama ben aynı zamanda bir ekosistemyanım. Yani
ekosistemdir önemli olan.
İki gün önce Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıydı, bizim ulusumuzun duvarlarında
şöyle yazar. "Hakimiyet ulusundur." Hayır. "Hakimiyet
ekosistemlerindir". Yani Hakimiyet bir ekosistemde yaşayan insan, kaplumbağa,
böcek, kuş, balık, tuz, zeytin, deniz ve tüm canlıların ve cansızların bir düzen
içinde yaşadığı bir sistemin tüm mensuplarının, herkesindir.
Şimdi MAI ile ne ilgisi var diyeceksiniz.
Birleştireceğim, lütfen beni anlama şansını veriniz bana. Bakınız çevre ki bu
tanım da yanlıştır. Çevre Ekosistemler bütünüdür. Dünya en büyük ekosistemdir.
Bunun içerisinde deminde söylediğim gibi insan, hayvan, tuz, nehir, göl, bitki her
şey bir denge içerisinde yaşar ve bunların organik ilişkileri vardır. Ekonomi -
Yunanca da eikos (yuva) ve nomi de (idare) demektir- ev idaresi demektir. Ekoloji bunun
bilimidir. Ekonominin kriteri bugün para ise, yani Gayri Safi Milli Hasıla, kalkınma
hızı, işte böyle bir dengenin içinde o ekolojinin en önemli popülasyonu olan,
(bakın devlet demiyorum, ulus demiyorum, az gelişmiş, gelişmekte olan demiyorum).
Popülasyonlar o ekolojinin kuralını temsil eden bu popülasyonlar "para"
denilen bir kağıt değişimi üzerinden birbirlerine hakimiyet kurmuşlardır. Bu, bir
insanın diğeri üzerindeki hakimiyetinden öte; kaplumbağa ve diğer türler üzerinde
de hakimiyet kurmak demektir.
Kimdir o zaman insan, kaplumbağa, kurbağa, bunlar ekosistemin kaynaklarıdır. Peki o
zaman bunları ne yapacağız. Bu kaynakları altın, uranyum, radyoaktivite vb. bunları
nasıl yöneteceğiz, MAI ve benzeri dayatmalar bu yönetime neler getiriyor? Bir örnek
vererek; iktisada, ekonomiye karşı olarak değil fakat biraz ütopik de olsa.
Gözünüzde somut olmadığını ben de gayet iyi biliyorum, ama bir örnekle anlatmak
istiyorum.
Bakınız o zapladığımız bazı TV filmleri var. 2030 yılında o uçan daireler filan
geliyorlar ve dünya ne halde biliyorsunuz. Bir an için gözlerinizi kapatınız, şu
anda dünyadaki tüm insanları 20 yaşında ve insan ömrünün de 100 sene olduğunu
varsayınız. 80 yıl sonra, bu insanların hiç biri dünya üzerinde olmayacak,
yerlerine, başka (sıfır) yaşında insanlar gelecek. Peki biz aldık bu dünyayı, bir
şeyler verdik ve gideceğiz. Burada yaşanan en değerli en yüce değer emektir. Neye
olan emek, ne için yapılmaktadır diye düşündüğünüz de bu emek insana olan artı
emektir, hayvana olan emektir, tuza olan emektir, ekosistemin kaynakların olan emektir.
Peki o zaman, bir işte çalışırken, bir şey
üretirken, birilerinin söylemesi ile bile para kazanırken, onun hangi ülkeye doğru
bir dua olduğunu bilerek çalışmak ve gerekir. Somutlaştırayım, benim ülkemin -yani
ekosistemimin- Bergama’sında altın madeni çıkacaksa, bunu çıkarmak için
ekonomistlerin bahsettiği bilmem ne finans piyasalarının yatırımları, benim ülkeme
geliyorsa, bunu çıkartırken, bu kaynağı ben çıkartacağım, kaynak anlamında
orada çalıştıracağım insan da benim, zeytin ağacı da benim, toprak da benim. Yani
kimin, ekosistemyan’ın. Ne Amerika’nın, ne gelişmiş ülkelerin, ne de benim gibi
gelişmemiş ülkenin, 3.dünya ülkesini, yada kendi kendini kandıran insanların
ülkesinin.
Ekosistemin kurallarına bakacağız. Bir balonu düşünün, bir tarafından ittiğiniz
zaman, bir diğer tarafı çıkıntı yapar, buna Le Şatölye prensibi denir. Termo
dinamik bir prensiptir. Bunu kimse yadsıyamaz. O zaman dünya üzerinde bu
yaptırımları dayatmaları kullanarak sömürgeciliği, yani kapitalizmin ahlaksız
tarafı olan emperyalizmi kullanırsanız veya ona katlanırsanız, işte anlatıldı,
savaşların bittiği, köleliğin bittiği bir yerde aslında köleliği, esirliği
yeniden yaratırsınız. İşte o da bu paranın gücü ile yatırım yapıyorum diyecek,
geldiği zaman bu yatırımdan sömürdükleri ekosistem kaynakları olacaktır. O zaman
dünya üzerindeki birinci argüman çevredir. Onun için çevre bu çoklu yönüyle
bütün bu öğeleri iktisadı, maliyeyi, sanayiyi her şeyi kapsayan tek bir odak
noktası olmaya başlamıştır.
Peki nedir bunun daha somut örneği. Yine altın
madeniyle başladık, onunla devam edelim. Altın madenini oradan çıkartırken, o
altının ekonomik boyutlarını incelediğim zaman, iktisat hocamız Sayın Erdoğan
Alkin’in ekonomik raporundan okuduğum zaman, bir tek çevre değerine rastlamıyorum.
Hep finansal, yatırımsal, GSMH gibi kavramlarla ben bunların uzmanı değilim. Benim
sıkıntım burada. Bir zeytin tanesinin, bir kaplumbağanın, bir solucanın, o
ekosistemde yaşayacak insanların kanser olmalarının, zehirlenmelerinin, ölmelerinin
ama bu zeytinin yok olmasına, endemik türün yok olmasına bağlı olarak canlıların
akut veya kronik olarak zehirlenmesinin veya ölmesinin ekolojik dengedeki klimax noktaya
ulaşma yönündeki çabanın ekonomisini hesaplamalıyım. Buradaki ekonomik değerleri
hesaplayamazsanız onun getireceği ekonomik değerleri veya yatırımların değerine
karşı koyamazsınız.
İnsanoğlu zayıftır. Bunun adına satın alınmak denir. Bu satın alınmaya da ben
diyorum ki "kabahatin çoğu bende de canım kardeşim". O zaman ben
ekosistemimin bütün değerlerinin bütçesini, envanterini yapmak zorundayım. Ben
şimdi çevre mühendisi şapkamla konuşuyorum.
Siz 60 milyon dolarlık bir getiri önerdiğiniz bir altın madeninden, ki bunun insan
için kullanım yararı - beneficial use- dediğimiz kullanım yararı tartışılır, o
kadar basit bir şeydir. 3.5 milyon m3 atığı siz bir baraja dolduracaksınız,
tehlikeden falan bahsetmiyorum. Sadece ve sadece bu atığın uzaklaştırılması için 1
tonuna vereceğiniz para 200 dolar ise çarpınız 3.5 milyon m3 ile ve sonuç 700 milyon
dolarlık bana bir uzaklaştırma masrafı bırakacaksınız, arıtma bile değil
bakınız. Bu nasıl bir ekonomidir. Bunun adına sadece kendi kendini kandırmak denir.
Kapıda nükleer enerji var. Yani işte ışıksız kalacağız diye dayatma var.
Enerji yoksunu olduğumuzu söyleyen bir dayatma var. Nükleere karşı platformlar
var. Şimdi ben bu örnekleri çoğaltırsam çok zamanınızı alırım. Bunun
başlangıç yerini anlatarak - hep birilerini suçlayarak değil- sonuçta bir
öneri getirerek bitireceğim.
MAI, benim çok kısa bir süre önce öğrendiğim bir
kavram. Ama çok iyi bildiğim, uzun süredir takip ettiğim bir kavramlar dizisi.
Bu kavramlar, bu sömürü düzeninin- insanın insan- üzerindeki sömürüsü. Bakın
ben sömürü düzeni derken bir ülkeyi kastetmiyorum. Ben dünya üzerindeki
populasyonlar, ekosistem bir ise, bu ekosistemin içindeki populasyonların birisinin,
diğeri üstündeki hakimiyeti- zaten ekolojinin kuralı- bu türlerin sayısını
azaltırsak yani ekosistemin medyasına hakim olan canlı türünü, dominant olan türden
yaparsak o gün biz de canavarlaşacağız, bunu kastediyorum. Ama bunun dengesini bulmak
için neye karşı olmanız gerektiğini bu Pazar gününde size söylemek istiyorum.
Bunlardan bir tanesini söyleyeceğim size o da sürdürülebilir kalkınma ve çevre diye
Rio Konferansı ile başlayan, Tokyo’daki Konferans ile devam eden, onun arasında
-ülkemize- Türkiye ekosistemi diyorum tekrar, ülkemize Barselona sözleşmesi- Magrep
denilen Akdeniz’in kirlenmesi taraflı sözleşmesi ile dayatılan kavramlara karşı
olunmalıdır. Bunların hepsi dayatma. O gün bunlara karşı çıkmak gerekiyordu.
Bugün bu aldatmacaların bu politikaların içinde olan insanlarımıza biz ne yaptık
veya onlar ne yaptılar ki onlardan ben iğrenme hakkına sahip olmayım da, bugün sizin
karşınıza gelip, diyeyim ki "beni anlama şansını verin bana".
Bir Çevre Bakanı, bir altın madeni için, veyahut da bir Nükleer Enerji için karşı
çıkan halka, yani ekosistemin en birinci canlısına, doğal hakkı olan ekosistemde
yaşama hakkına, zeytinin sahibi olan, kaplumbağanın sahibi olan ve kaplumbağa da o
insana can veren bir ekosistemin canlısına karşı dönüp; sanki kendisi onlardan
değilmiş, bir gün aslına rücu etmeyecekmiş gibi "zengin kaynaklarımızın,
fakir bekçisi olamayız" şeklinde bir demeç verirse, bir politika koyarsa, sonra
aynı ekosistemin insanları olarak, biz, çevre bakanlığının resmi yayın
organlarında, yayınlanan bu politikalara inanırsak, kendi kendimizi akrep gibi
sokmuş olmaz mıyız?
Ben de çevre bakanlığının resmi yayınını okuyorum
size. Bakın çevre-insan diye bir dergi çıkartıyorlar benim bakanlığımın yayın
organı. Burada diyor ki biz Hıncal Uluç’u okuyana kadar Bergama halkına hak
veriyorduk. Ama H. Uluç’u okuyunca anladık ki, benim Bergama halkım, korku ve
tereddüt içindeymiş bazı bilim adamlarına inanarak. Ben kendi halkımın
değerlerini, emeğini, ürününü, bilgisini, bilimini hiçe sayacağım. Ama bir
yatırım aldatmacasının satın aldığı fikirlere inanacağım. Bakın ben bu
dergideki bu yazının hesabını kimden sordum. Çevre Mühendisleri Kongresinde Çevre
Mühendislerine söyledim. Üzerinizde bir gram hakkım varsa helal etmiyorum dedim. Bunu
yazdırabiliyorsanız 1997 de, bugün burada şu konuşmadan ötürü üzerinizde bir gram
hak sahibi olduysam, size de helal etmiyorum. Bunları yazdırmayın, o zaman.
Ben diyorum ki çok fazla uzatmadan, tartışma bölümüne bırakmak üzere, bugün MAI,
dünden gelen bir sürdürülebilir Kalkınma gibi dayatmalar var. Kalkınmanın
göstergesi nedir, yani sizin ülkeniz işte Misak-ı Milli ile sınırlı ülkenizin
kalkınması yüzde 7.5 ise, ABD’nin yüzde bilmem kaç ise ki anladığım kavramlar
değil, bunu neye bakarak yaptınız? Birey başına düşen GSMH mızın bilmem neye
göre oranı ile mi yaparsınız, ben diyorum ki sürdürülebilir çevre ile yapınız-
sustainable environment- ile yapınız, "sustainable eco-system" ile yapınız.
Gölünüzü, nehrinizi, toprağınızın altındaki madeninizi sürdürülebilir olarak,
canlının hizmetine sunup; bunu yarınki nesillere bırakabildiğiniz sürece kalkınma
içindesiniz demektir.
Yoksa niye bugün Almanya’nın GSMH’sı ile yapmış olduğu nükleer
atıklarını taşıyan trenlerin önüne yatıyorlar, radyoaktif atıklarını West
Pavia’ya doğru, oradan dönüp, Karadeniz’in diplerine dökecek olan trenlerin
önlerine yatıyorlar. Peki niye Hindistan’a sattıkları kimyasal teknolojiden dolayı
Bopal’da tam 72.000 kişi bir gecede can verdi. 200.000 kişi bölgeden tahliye edildi.
Siyan gazı kaçacağından ötürü meydana gelen bu felaket Hindistan’a yapılmış
bir yatırım mıydı, ceza mıydı? Hayır Hindistan da ki popülasyonun ekosistemin
kuralı olarak 72 bin kişinin bir gecede ölmesi karşısında, daha büyük bir felaket
var mı? Nerede Hiroşima ve Nagazaki felaketleri - işte savaşlar devam ediyor, bu
ekosistemin savaşıdır. Ekosistemin diyetidir, bu ekosistem diyet istiyor.
Bunun ekonomisini istiyorum ben herkesten. Bunun ekonomisi
yapılsın, bunun bütçesi yapıldığında insanlar, canlılar diyecekler ki, bilimsel
kurallar çerçevesinde "Bergama’da altın madenciliği yapılamaz".
"Akkuyu’ya Nükleer Santral kurulamaz." Bunu bir bilim adamı söylüyorsa, bu
bir gerçekliktir. Buna ekosistemin tüm bütçesi cevaz vermiyor. İcazeti yok. Peki o
taktirde ne yapacağız, ister işçi, ister bilgin, hangi konuda olursa olsun,
bireyselliği bırakıp; birey olmanın getirdiği onuru unutmadan, kendi bireysel
onurunu ön plana çıkarmayı, yani bencilliği geride bırakarak bu bütçeyi
yapacağız-Nazım’ın bir Kayınların arasında sarı sıcağı ile başlamıştım
-bilmem anımsıyormu sunuz? Ama yine onunla bitirmek istiyorum?
Göğsüme hangi renk saçlar yayılsa
Kalbimi saracak gölge aynıdır
O ruh, Kâbe de de secde kılsa
Duamın gittiği ülke aynıdır.
Lütfen bütün emeklerinizi, lütfen bütün çabalarınızı hep aynı ülkeye, insan
kalbine gönderiniz.
Teşekkür ediyor, sorularınızı bekliyorum.